b) Edebiyat. Hint-Avrupa dil grubunun Hint-İran dalını oluşturan İran dili, İran’ın Fars bölgelerinde geliştiği ve eserler verdiği için bu bölgenin adıyla anılmıştır. Selçuklular tarafından resmî dil kabul edilen Farsça edebiyat dili olarak da büyük rağbet görmüş, başta Anadolu olmak üzere Orta Avrupa içlerine kadar tanınma imkânı bulmuştur.
İslâm Öncesi İran (Fars) Edebiyatı. Milâttan önce VI-V. yüzyıllara ait belgelerden, İran’da o dönemlerde bir şiir ve edebiyat geleneğinin mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Milâttan önce 708-550 yılları arasında hüküm süren Medler döneminden günümüze herhangi bir belge ulaşmamıştır. Medler’den sonra İran’da hâkimiyeti ellerine geçiren Persler (Ahamenîler) devrinden (m.ö. 559-330) zamanımıza gelen belgelerin en önemlisi, Kirmanşah’ın Bîsütun dağındaki yüksek bir kaya üzerine kazılmış bulunan kitâbedir. Bu kitâbede Darius’un fetihlerinden söz edilmektedir.
Persler’in kullandığı Eski Farsça ile çağdaş olan iki dil daha vardır. Bunlardan ilki Zerdüşt’ün Avesta’sının eski bölümlerinin yazıldığı Avesta dili, ikincisi Hindistan’ın güney bölgelerinde bugün hâlâ konuşulmakta olan Sanskritçe’dir. Bu üç dil kelime ve gramer bakımından birbirine benzediği için İran ve Hint medeniyetlerinin aynı kökten geldiği kabul edilir. Daha sonra İran’da hâkim olan Partlar (Eşkânîler) döneminden (m.ö. 250 - m.s. 226) bazı mühür ve sikkelerle birkaç kitâbenin yanı sıra Mani diniyle ilgili bazı belgeler günümüze kadar gelebilmiştir.
Zerdüşt’ün kutsal kitabı olan ve Part Hükümdarı Belâş’ın emriyle derlenip Sâsânî hükümdarlarından Erdeşîr-i Bâbekân ile oğlu I. Şâpûr zamanında yazıya geçirilen Avesta Fars edebiyatının en eski örneklerinden biri sayılır. Mes‘ûdî, et-Tenbîh ve’l-işrâf adlı eserinde Avesta’nın 12.000 öküz derisi üzerine yazılmış olduğunu, ancak bunların İskender’in saldırısı sırasında kaybolduğunu belirtmektedir. Avesta Sâsânîler döneminde, yani Zerdüşt’ün yaşadığı dönemden yaklaşık 850 yıl sonra yeniden kaleme alındığı sırada Avesta dili artık ölü bir dil haline gelmişti. Bu kitabı Pehlevîce’ye çeviren mûbedler (Mecûsî din adamı) gerekli gördükleri yerlere açıklamalar getirmişler, ayrıca Avesta dilinden Pehlevîce’ye Oim adı verilen bir sözlük hazırlamışlardır.
Sâsânîler devrinde peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkan Mani’nin (ö. 276) Eşkânî Pehlevîcesi ile yazdığı ve Turfan’da ele geçirilen belgeler İran edebiyatında büyük öneme sahiptir. Bu metinlerin bir kısmı Mani diniyle ilgili olup Orta Farsça’nın özelliklerini taşımaktadır. Orta Farsça döneminde İran edebiyatı biri epik ve dinî nitelikli millî destan, diğeri münazara türü olmak üzere iki yönde gelişmiştir. Bu türlerden ilkine Âyetkâr-i Zerîrân, ikincisine Draḫt-ı Âs̱ûrik adlı eserler örnek gösterilebilir. Sâsânî devrine ait olmakla beraber Dînkert, Bondihişn, Vizîdegîhâ-yı Zâdisperem, Dâdistân-ı Dînîk, Nâmegîhâ-yı Menûçihr, Câmâspnâmek, Kârnâme-i Erdeşîr-i Bâbekân gibi Pehlevîce eserlerin hemen hepsi IX. yüzyılda kaleme alınmıştır.
Hindistan kökenli Kelîle ve Dimne, Sindbâd-nâme, Bilavher ve Bûdasef adlı eserlerin Arapça tercümeleri incelendiği zaman bunların Orta Farsça’ya da çevrilmiş olduğu anlaşılır. İslâmî dönem İran edebiyatına bu eserlerin bazılarının sadece konuları girmiştir. Eski İran kültürünün en önemli eseri, İran hükümdarları hakkında efsanevî ve tarihî bilgileri içeren Ḫudâynâmek İslâm devrinde kaleme alınan tarih kitaplarının en önemli kaynaklarından biri sayılır. Aynı şekilde Sâsânî hükümdarlarından Enûşirvân’ın veziri Büzürgmihr’in öğütleri de İslâmî dönemde yazılan eserlerin birçoğunda malzeme olarak kullanılmıştır. Pehlevîce, İslâmiyet’ten sonra 400 yıl kadar hem konuşma hem yazı dili olarak varlığını sürdürmüştür. Bugün elimizde İslâmiyet’in İran’a girdiği yüzyıllarda Sâsânî Pehlevîcesi ile yazılmış birkaç eser mevcuttur.
İslâm Sonrası Fars (İran) Edebiyatı. 31 (651) yılında İran İslâm hâkimiyeti altına girdikten sonra İranlılar zamanla İslâmiyet’i benimsediler. İslâmiyet büyük bir hızla yayılmaya başlayınca Zerdüşt inancındaki Ahura Mazda’nın yerini Allah, Ehrimen’in yerini de şeytan aldı. İranlılar o zamana kadar kullandıkları güneş takviminden vazgeçerek ay takvimini, Pehlevî yazısını terkedip Arap alfabesini kullanmaya başladılar. Her alanda görülen bu çok hızlı değişime rağmen İranlılar, İslâm hâkimiyeti karşısında kendi din ve kültürlerini İran’ın çeşitli bölgelerinde, özellikle de Hazar denizi kıyılarında ve Taberistan’da sürdürdüler. Şarkılarını, eski destanlarını, efsanelerini zihinlerinde yaşattılar. 200 yıla yakın devam eden Arap hâkimiyeti döneminde İranlılar Arap dili ve kültürünün etkisi altında yaşadılar, Kur’an’ı öğrendiler, birçok idarî ve askerî terimi benimsediler ve bir edebî dil haline gelen Arapça ile eserler meydana getirdiler. Abbâsîler döneminde Endülüs, Mısır, Fas gibi ülkelerde hilâfetten kopmalar başlayınca bunun etkisi İran’da da görüldü. Hârûnürreşîd’in ölümünün ardından oğulları Emîn ve Me’mûn’un mücadelesi sırasında annesi İran asıllı olan Me’mûn’u destekleyen Tâhir b. Hüseyin halife tarafından Horasan valiliğine getirildi. Tâhir daha sonra bağımsızlığını ilân edince Horasan yarı müstakil bir devlet haline geldi. İranlılar, Arap kökenli devletlerin hâkimiyetinden kurtulup yarı müstakil devletler kurmaya başladığında bu devletlerin kurucuları, birtakım şecereler uydurup kendilerinin Sâsânî hânedanı veya hânedana mensup büyük aile ve kahramanların soyundan geldiklerini kanıtlama girişiminde bulundular. Bu durum İran tarihi, gelenek ve görenekleriyle destanlarının aranması ve toplanmasını gerekli kıldı. Böylece kuvvetli bir milliyetçilik ve millî dile dönüş hareketi ortaya çıktı. Sâsânî Pehlevîcesi’nin devamı olup Derî de (saraya mensup) denilen Farsça edebî dil halini aldı ve ilk ürünlerini vermeye başladı. Farsça yazan şairler, Araplar’a ait kaside ve gazel tarzında eserler verirken vezin olarak da aruzu kullandılar. Eldeki bilgilere göre ilk Farsça şiir söyleyenler, IX. yüzyıl dil âlimlerinden Ebû Hafs-ı Soğdî ve Ebü’l-Abbâs-ı Mervezî’dir. Bu dönemden itibaren hükümdar sarayları şair ve ediplerin toplandıkları merkezler halini almış, edebî hareketler de bu saraylarda doğup gelişmiştir. Bu sebeple edebiyat tarihçileri, genellikle bütün şair ve edipleri mensup oldukları hânedanlara göre sınıflandırmışlardır.
Tâhirîler Dönemi (821-873). İslâmiyet’ten sonra İran’da kurulan ilk bağımsız devlet olan Tâhirîler zamanında Arapça ile aşırı derecede ilgilenildiği için Fars edebiyatı ciddi bir gelişme göstermedi. Kaynaklarda, bu devirde Farsça eser veren şair olarak Hanzale-i Bâdgīsî ve Mahmûd-ı Verrâk-ı Herevî’nin adları zikredilmektedir. Bu şairlerin eserlerinden günümüze kadar gelenler tezkirelerde nakledilen birkaç beyitle sınırlıdır.
Saffârîler Dönemi (867-903). Hânedanın kurucusu Ya‘kūb b. Leys Arapça bilmediği, dolayısıyla Arapça şiiri de anlayamadığı için şairlerin şiirlerini Farsça söylemelerini istedi. Bu dönemde İran’ın eski gelenekleri canlandı, hükümdarlar Farsça yazan şair ve edipleri himaye etmeye başladılar, Farsça hızlı bir gelişme sürecine girdi. Ebû Sâlik-i Gürgânî, Fîrûz-i Meşrikī, Bessâm-i Kürd-i Hâricî, Muhammed b. Muhallid-i Sigezî ve Muhammed b. Vasîf-i Sigezî bu dönemde yaşayan belli başlı şairlerdir.
Sâmânîler Dönemi (874-999). Fars edebiyatının tam anlamıyla gelişme sürecine girdiği bu devirde birçok şair, edip ve ilim adamı yetişti. Buhara ve Semerkant, Arapça ve Farsça eserler meydana getiren âlim, şair ve ediplerin toplandığı birer ilim ve edebiyat merkezi haline geldi. Kendileri de edip olan bazı emîr ve vezirler şair ve ediplerin münazara meclislerine katılmışlar, onları koruyup teşvik etmişlerdir. Meselâ Emîr II. Nasr b. Ahmed, veziri Ebü’l-Fazl-ı Bel‘amî vasıtasıyla Rûdekî’den Kelîle ve Dimne’yi nazmetmesini, Mansûr b. Nûh da Taberî tefsirinin Farsça’ya çevrilmesini istemiştir. İslâmiyet’ten sonra Farsça nazmın ve nesrin temelleri bu devirde atılmıştır denilebilir. Ebû Şekûr-i Belhî, Ebü’l-Müeyyed-i Belhî, Şehîd-i Belhî, Rûdekî, Emmâre-i Mervezî, Kisâî-yi Mervezî, Ma‘rûf-i Belhî, Ebû Şuayb-i Herevî, Revnakī, Emîr Ağâçî-i Buhârâî ve Dakīkī-i Belhî bu dönemin belli başlı şairleridir. Bu şairlerden hemen hemen hepsi kasideleriyle tanınmış olup içlerinde mesnevi yazanlar da vardır. Devrin en meşhur şairi Rûdekî’nin sekiz mesnevisi olduğu söylenir. Bunlardan ikisinin adı (Kelîle ve Dimne ve Sindbâd-nâme) bilinmektedir. Kaside, gazel, rubâî ve mesnevi dallarında daha başarılı olan ve Farsça şiiri Arap şiirinin etkisinden kurtaran ilk şair kabul edilen Rûdekî kendisinden sonra gelen şairler tarafından üstat sayılmıştır.
Bu dönemde ayrıca birçok mensur eser kaleme alınmıştır. Ebû Mansûr’un 957’de yazdığı Şâhnâme-yi Ebû Manṣûrî, Firdevsî’nin ünlü Şâhnâme’sinin temelini oluşturur. Sâmânî Veziri Ebû Ali Bel‘amî’ye ait, Târîḫ-i Belʿamî adıyla bilinen ve 963’te gerçekleştirilen Terceme-i Târîḫ-i Ṭaberî, bir heyet tarafından hazırlanan ve 976’da tamamlanan Terceme-i Tefsîr-i Ṭaberî, müellifi belli olmayan 982 tarihli coğrafyaya dair Ḥudûdü’l-ʿâlem mine’l-meşriḳ ile’l-maġrib bu döneme ait belli başlı mensur eserlerdir. Bu devirde gerek şiir gerekse nesirde dil sade ve anlatım tabiidir. Edebî sanatlara fazla yer verilmemiş, tavsif ve teşbihler tabii olarak kullanılmıştır. Devrin önemli özelliklerinden biri de ilk Sâmânî emîrlerinin, din ve mezhep gözetmeksizin saraylarında Budist, hıristiyan ve Mani dinine mensup olanlarla ateşperestlerin yanı sıra Sünnî ve Şiî mezheplerine mensup kimseleri bir arada bulundurmaları ve bunların rahatça çalışabilmelerini sağlamalarıdır.
Sâmânîler, Mâverâünnehir ve Horasan’da hüküm sürdükleri sırada Âl-i Ziyâr’dan Merdâvic, Cürcân’da istiklâlini ilân edip ardından İsfahan ve Hemedan’ı topraklarına katarak Ziyârîler hânedanını kurdu. Daha sonra Gazneliler tarafından tarih sahnesinden silinen bu hânedanın himayesinde Farsça ve Arapça eserler veren şahsiyetler yetişmiştir. Bunlar arasında Dânişnâme-i ʿAlâʾî’nin yazarı İbn Sînâ, et-Tefhîm ve el-Âs̱ârü’l-Bâḳıye adlı eserlerin müellifi Bîrûnî, Ḳābûsnâme’nin yazarı Keykâvûs b. İskender ve Züllisâneyn Hüsrev-i Serahsî sayılabilir. Güney İran ve Irak’ta hüküm süren Büveyhî hânedanına mensup sultan ve emîrler daha ziyade Arapça yazan edip ve şairleri korumuşlardır.
Gazneliler Dönemi (962-1186). Gazneliler zamanında Fars edebiyatı büyük bir gelişme göstermiş, sultanların, vezirlerin ve devlet ricâlinin şair ve edipleri korumaları, hatta pek çoğunun bizzat edip ve şair olması sebebiyle bu alanda büyük atılımlar gerçekleştirilmiştir. Gazneliler dönemi şiiriyle Sâmânîler dönemi şiiri arasında göze çarpan en belirgin fark Sâmânîler devrinde mânanın lafız kadar kuvvetli olmaması, Gazneliler döneminde ise şiirin hem lafız hem mâna bakımından güçlü olması, felsefî düşünceleri de içermesi ve edebî sanatların daha çok kullanılmasıdır. Bu dönemde halk ağzından kelimelere yer verilmesinden vazgeçilmiş, Sâmânîler devrinde fazla özen gösterilmeyen şiir kuralları yerli yerine oturmuş, ancak nazım şekilleri bakımından bir değişiklik olmamıştır. Bu dönemde göze çarpan tek yenilik Menûçihrî ile başlayan musammat tarzıdır. Kaynaklarda Sultan Mahmud’un sarayında pek çok şairin bulunduğu kaydedilmektedir. Bunlar arasında en tanınmış olanlar şunlardır: Firdevsî, biri Farsça, diğeri Arapça iki divan sahibi Ebü’l-Feth el-Büstî, Gazâirî-i Râzî, Ferruhî-yi Sîstânî, Esedî-i Tûsî, Escedî, bilinen ilk İranlı kadın şair olan Râbia bint Kâ‘b-i Kozdârî-i Belhî, Emîrüşşuarâ Unsurî ve Menûçihrî. Bu şairlerden Unsurî ve Ferruhî kasideleriyle, Esedî münazara tarzındaki manzumeleriyle, Menûçihrî kasidelerinin yanı sıra ilk musammatları yazması ve hamriyyâtı ile, Firdevsî ise Şâhnâme adlı mesnevisiyle tanınmıştır. Gazneliler devrinde nesir Sâmânîler dönemine göre daha olgunlaşmıştır. Bu dönemin en önemli mensur eserleri, Sultan Mahmud ve Sultan Mesud’un divan başkâtibi Ebû Nasr-ı Mişkân’ın Münşeʾât’ı ve Muhammed b. Hüseyin el-Beyhakī’nin Târîḫ-i Beyhaḳī’sidir.
Selçuklular Dönemi (1040-1300). Kâşgar’dan Halep’e, Kirman’dan Konya’ya kadar yayılan, Mâverâünnehir, Horasan, Kirman, Irak, Azerbaycan ve Anadolu’yu içine alan Selçuklu Devleti’nde edebiyatın önceki dönemlere göre bazı değişiklikler göstermesi, muhtelif üslûp ve akımların ortaya çıkması tabiidir. Nitekim Horasan bölgesinde yetişen şairlerin çoğu, kısmen eskiye bağlı kalarak “sebk-i Horasânî” diye adlandırılan üslûbu sürdürürken Irak ve Azerbaycan bölgelerinde yetişen şairler daha ağdalı ve edebî sanatlarla süslü bir üslûbu benimsediler ve şiirlerinde o zamana kadar kullanılmamış yeni mazmunlar kullanarak “sebk-i Irâkī” adı verilen bir üslûp geliştirdiler.
Selçuklular zamanında da hükümet merkezleri şair ve ediplerin toplandıkları yerler oldu. Horasan ve Irak gibi birbirinden çok uzak bölgelerdeki emîr ve sultanlar arasında çıkan olaylar ve bu bölgelerde yaşayan insanların düşünce tarzı, zevkleri ve yaşayışlarının birbirinden farklı olması, Horasan ve Irak’ta yetişen edip ve şairlerin kaynaşmasına sebep olduğu gibi eserlerine de yansımıştır. Sultan Sencer döneminin sonuna kadar Horasan civarında yetişen şairler Horasan üslûbunu sürdürdüler. Bu bölgede yaşayan Reşîdî, Am‘ak-ı Buhârî ve Sûzenî-i Semerkandî gibi şairler Sâmânîler ve Gazneliler dönemi şairleri tarzında eser verdiler. Azerbaycan ve Irak bölgelerinde yetişen şairler ise Arapça terkip, deyim ve terimlere, Arap veya Fars kıssalarına yer vermişlerdir. Nizâmî-i Gencevî ve Hâkānî-yi Şirvânî gibi bazı şairler, basit mazmunları ve ortak kavramları yeni mazmunlarla ifade etmeye özen gösterdiler. Ancak ifrata kaçtıkları için şiirleri zor anlaşılır hale geldi. Bu hususta Evhadüddîn-i Enverî ve Ebü’l-Ferec-i Rûnî’nin etkisi büyük oldu. Aynı dönemde yetişen şairler özellikle mecaz, kinaye, istiare gibi sanatları çok kullandılar. Bunların yanı sıra hiciv türü şiir de yaygınlık kazandı.
Selçuklular’a yenilmelerine rağmen bir süre daha Gazne ve Hindistan’da varlıklarını sürdüren Gazneliler’in hâkim olduğu bölgelerde de birçok şair ve edip yetişti. Mesnevileriyle tanınan mutasavvıf-şair Senâî-yi Gaznevî, kaside ve habsiyyâtıyla bilinen Mes‘ûd-i Sa‘d-i Selmân, kasideleriyle ünlü Ebü’l-Ferec-i Rûnî, Ebû Hanîfe-i İskâfî ve Eşref-i Gaznevî, muhtemelen Fars şiir ve edebiyatının Hindistan’da gelişmesine imkân hazırlamıştır.
Fîrûzkûh, Tohâristan ve İran’ın doğu bölgelerinde yarı müstakil bir devlet kurmuş olan Gurlular da edip ve şairleri korumuşlardır. Gur hükümdarlarından Alâeddîn-i Cihânsûz da şairdi. Bu hânedanın en ünlü edip ve şairi Çehâr Maḳāle adlı eserin müellifi Nizâmî-i Arûzî’dir. Ebü’l-Kāsım-ı Refîî, Ebû Bekr-i Cevherî, Alî-i Sûfî, Şerefülefâzıl Muhammed b. Ömer-i Ferkadî, Hukârendû-yi Gūrî ve Ziyâeddin Herevî Gurlu saraya mensup diğer şairlerdir.
Irak Selçukluları sarayları da edebiyat ve şiirin rağbet bulduğu merkezlerdi. Melikşah’ın oğlu Muhammed Tapar’ın yanında büyük bir itibarı olan, şairliğinin yanı sıra Târîḫ-i Âl-i Selçûḳ, Tenzîrü’l-vezîr ve Şikârnâme gibi eserleri telif eden Ebû Tâhir-i Hâtûnî, Horasan’da maddî sıkıntı içine düştüğü için Irak’a gelerek I. Tuğrul’a intisap eden İmâdî-i Gaznevî, Horasan’daki karışıklıklardan kaçıp Sultan Arslanşah b. Tuğrul’un cülûsu sırasında ona kaside sunan Esîr-i Ahsîkesî, Sultan Arslanşah ve oğlu Tuğrul’dan teşvik gören ve gazelleriyle Sa‘dî-yi Şîrâzî’yi hatırlatan Cemâleddîn-i İsfahânî, Arslanşah b.Tuğrul’a kasideler sunan Mücîrüddîn-i Beylekānî, Gıyâseddin Mahmûd ve Arslanşah b. Tuğrul için kasideler yazan Hâkānî-yi Şirvânî bu şairler arasında zikredilebilir. Bu şairlerin hemen hepsi Irak Selçukluları’nın son zamanlarında atabeglere yönelmiştir. Mücîrüddîn-i Beylekānî ve Esîr-i Ahsîkesî, Azerbaycan’dan Irak’a gelerek Şemseddin İldeniz’e intisap etmiştir. Hâkānî, Atabeg Kızılarslan’dan iltifat görürken Zahîr-i Fâryâbî, Muhammed Cihan Pehlivan’ın oğlu Nusretüddin Ebû Bekir tarafından taltif edilmiş, Nizâmî-i Gencevî Şîrîn ve Ḫüsrev adlı mesnevisini Cihan Pehlivan’a, İskendernâme’yi de onun oğlu Ebû Bekir’e takdim etmiştir.
Hârizmşahlar’ın hükümran olduğu bölgelerden Hârizm ve ardından Cürcâniye de birer ilim ve edebiyat merkezi halini aldı. Sencer’in 1141’de yenilmesinden sonra Merv’i ele geçiren Atsız b. Muhammed şehirdeki âlimlerden Kadı Abdurrahman b. Muhammed el-Kirmânî, Kadı Hüseyin b. Muhammed-i Ersâbendî, Ebû Mansûr el-Abbâdî ile felsefeci Ebû Muhammed-i Herekî’yi Hârizm’e götürdü. Bunların yanı sıra Ebû Ya‘kūb es-Sekkâkî ve bir süre Hârizm sarayında bulunan Fahreddin er-Râzî’yi de anmak gerekir. Kamerî-i Cürcânî, Şâhfûr-i Eşherî ve Seyfeddîn-i A‘rec gibi şairler Hârizm sarayına mensuptular. Ayrıca Ḥadâʾiḳu’s-siḥr fî deḳāʾiḳi’ş-şiʿr’in müellifi Reşîdüddin Vatvât ile et-Tevessül ile’t-teressül’ün müellifi Bahâeddin Muhammed b. Müeyyed el-Bağdâdî de bu saraya mensup şahsiyetlerdir.
Selçuklu döneminin belli başlı mutasavvıf şairleri arasında dûbeytleriyle tanınan Baba Tâhir-i Uryân, tasavvufî düşünceleri ilk defa şiirle ifade eden Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr, Baba Kûhî-i Şîrâzî, seci ve kafiyeli nesrin ilk temsilcisi Hâce Abdullah-ı Herevî ve Teẕkiretü’l-evliyâʾ adlı eserin yazarı Ferîdüddin Attâr’ı saymak gerekir. Diğer önemli şairler arasında İsmâilî dâîsi Nâsır-ı Hüsrev, Lâmiî-yi Gürgânî, Burhânî, Sâmânîler devri şairlerinden Esedî’nin oğlu ve Luġat-ı Fürs’ün müellifi Esedî-i Tûsî, Vîs ü Râmîn’in yazarı Fahreddin Es‘ad-ı Gürgânî, kaside üstadı ve Ḳavsnâme’nin müellifi Katrân-ı Tebrîzî, matematikçi ve astrolog olmakla birlikte daha çok rubâîleriyle meşhur olan Ömer Hayyâm, Sultan Sencer’in emîrü’ş-şuarâsı olan ve kaside, gazel, kıta ve rubâîleriyle tanınan Muizzî, kaside şairi Ezrakī-i Herevî, İlhanlılar’dan Hızır Han’ın emîrü’ş-şuarâsı Am‘ak-ı Buhârî, Seyyidüşşuarâ lakabıyla bilinen yine İlhanlılar sarayına mensup Reşîdî-i Semerkandî, gazelleriyle meşhur Edîb Sâbir, Muhtârî-i Gaznevî, mânadan çok edebî sanatlara önem veren Abdülvâsî‘-i Cebelî, hicivleriyle ünlü Sûzenî-i Semerkandî, Esîr-i Ahsîkesî, Hârizmşahlar’ın saray şairi ve kaside yazarı Reşîdüddin Vatvât, Azerbaycan bölgesinde yetişen şairlerden Mücîrüddîn-i Beylekānî, Fars edebiyatının en büyük kaside üstadı ve yeni mazmunlar kullanmaya özen gösteren Evhadüddîn-i Enverî, Felekî-yi Şirvânî, kaside ve gazel üstadı Cemâleddîn-i İsfahânî, Azerbaycan bölgesinin en meşhur kaside şairi Hâkānî-yi Şirvânî, kaside şairi Zahîr-i Fâryâbî ve mesnevi türünün üstadı, hamse sahibi, Azerbaycan bölgesi şairlerinden Nizâmî-i Gencevî zikredilmelidir.
Bu devrinde nesir de nazma paralel bir gelişme göstermiş, önceki dönemlere göre Farsça yazmaya rağbet artmış ve tarihî, tasavvufî, ahlâkî, edebî, tıbbî birçok eser meydana getirilmiştir. Farsça giderek gelişip daha da olgunlaşırken Farsça’ya giren Arapça terim ve kelime sayısı da artmıştır. Bu devirde önceki dönemlere göre çok daha fazla mensur eser kaleme alınmıştır. İsmâilîler, bir yandan dâîleri vasıtasıyla intihar saldırıları gerçekleştirip devlet ricâlini öldürme, yaralama adam kaçırma gibi yöntemlerle etrafa korku salarak Kazvin ve İsfahan’da nüfuz kazanmak isterken bir yandan da yazdıkları eserlerde fikirlerinin halk tarafından kolay anlaşılması için Arapça kelime kullanmaktan kaçınmış ve Farsça kelime kullanmaya özen göstermişlerdir. Selçuklular dönemi nesrinde görülen bu değişmeler Gazne ve civarına sirayet etmediği için o bölgede yetişen edipler daha önceki dönemlerde revaçta olan sade üslûbu sürdürmüşlerdir.
Selçuklular devrinde yazılmış belli başlı mensur eserler şunlardır: XI. yüzyılda Râdûyânî’nin şiir sanatları hakkında kaleme aldığı Tercümânü’l-belâġa, aynı yüzyılın ortalarında Hücvîrî’nin yazdığı, Farsça en eski tasavvufî eser olan Keşfü’l-maḥcûb li-erbâbi’l-ḳulûb, Nâsır-ı Hüsrev’in 1045-1052 yılları arasında Hicaz, Şam, Mısır, Anadolu ve Mekke’ye yaptığı seyahatleri sırasında gördüklerini anlattığı Sefernâme’si, Hâce Abdullah-ı Herevî’nin XI. yüzyılın ikinci yarısında kaleme aldığı, secili nesrin en güzel örneklerinden biri olan Münâcât ve Maḳālât’ı, Nizâmülmülk’ün 1091’de yazdığı Siyâsetnâme’si, İsmâil b. Hasan el-Cürcânî’nin 1110’dan sonra kaleme aldığı, daha sonra Arapça’ya ve kısaltılarak İbrânîce’ye tercüme edilen tıbba dair Ẕaḫîre-i Ḫârizmşâhî adlı eseri, Gazzâlî’nin Kimyâ-yı Saʿâdet’i, İbnü’l-Belhî’nin 1105-1116 yılları arasında yazdığı Fârsnâme’si, Ömer Hayyâm’ın Nevrûznâme’si, müellifi belli olmayan 1126’da telif edilmiş Mücmelü’t-tevârîḫ ve’l-ḳıṣaṣ, Kadı Hamîdî’nin Maḳāmât-ı Ḥarîrî ve Maḳāmât-ı Bedîʿüzzamân-ı Hemedânî’ye nazîre olarak yazdığı Maḳāmât-ı Ḥamîdî’si, Nizâmî-i Arûzî’nin 1156’da kaleme aldığı Çehâr Maḳāle’si, Muhammed b. Münevver’in Esrârü’t-tevḥîd’i, Reşîdüddin Vatvât’ın Ḥadâʾiḳu’s-siḥr fî deḳāʾiḳı’ş-şiʿr’i, Muhammed b. Ali er-Râvendî’nin XII. yüzyılın sonlarına doğru yazdığı ve 1212’de Anadolu Selçuklu Hükümdarı Keyhusrev b. Kılıcarslan’a takdim ettiği, Selçuklular tarihi bakımından önemli bir kaynak sayılan Râḥatü’ṣ-ṣudûr’u ve Ferîdüddin Attâr’ın XIII. yüzyılın ilk yarısında kaleme aldığı Teẕkiretü’l-evliyâʾ adlı eseri. Bu arada İranlı oldukları halde Farsça kitapların yanı sıra Arapça eserler verenlerle sadece Arapça yazanlar arasında yirmi ciltlik et-Tibyân adlı Kur’an tefsirinin müellifi Ebû Ca‘fer et-Tûsî, Gazzâlî, Mecmaʿu’l-ems̱âl sahibi Meydânî, Zemahşerî, Şehristânî, Şehâbeddin es-Sühreverdî el-Maktûl, Fahreddin er-Râzî ve Hatîb et-Tebrîzî gibi şahsiyetleri de zikretmek gerekir.
Moğol ve Timurlular Dönemi (1220-1505). Moğol istilâsı, Cengiz Han’ın XIII. yüzyılın başlarında İran’a saldırmasıyla başladı. Moğollar’ın saldırısından kurtulmayı başaran birçok âlim, şair, edip ve tarihçi İran’ın Moğol istilâsına uğramayan bölgeleriyle Hindistan, Irak ve Anadolu’ya kaçtı. Şems-i Kays Fars’a, Bahâeddin Veled ve oğlu Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ile Necmeddîn-i Dâye gibi şahsiyetler Anadolu’ya, bazı kimseler Sind, Mültan ve Delhi’ye gittiler ve zor şartlar altında da olsa buralarda varlıklarını sürdürdüler. Bu ortamda yetişen en büyük şair Hallâkulmeânî lakabıyla ünlenen Kemâleddîn-i İsfahânî’dir. Cengiz ölünce Hârizmşahlar ülkelerine yeniden sahip olmak istediler. Cengiz’in yerine geçen oğlu Ögedey tekrar İran’a girerek ikinci defa yağma ve katliamlar yaptı. Hülâgû’nun İran’a gelişine kadar Cengiz yasaları uygulandığı için sosyal hayat altüst olmuştur. Böyle bir ortamda şiir ve edebiyat da bir duraklama devrine girdi. Bu döneme ait, Moğol zulmünden kaçarak başka ülkelere gidenlerle gizlenenlerden kalan eserler günümüze ulaşmıştır.
Hülâgû, İran’da İsmâilîler’in kalelerini ve özellikle Alamut Kalesi’ni ele geçirip onların nüfuzunu kırdıktan sonra Bağdat’ı işgal ederek başşehri Merâga olan İlhanlılar Devleti’ni kurdu. Bir asır kadar İran’da hükümran olan İlhanlılar yavaş yavaş İslâmiyet’in etkisi altına girmeye başladılar. Moğollar’ın hâkim olduğu bu dönemde medreselerin, ilim ve edebiyat mahfillerinin, Bağdat, Hârizm, Nîşâbur, Merv ve Buhara gibi önemli edebiyat, ilim ve irfan merkezlerinin ortadan kalkması, âlim ve sanatçıların ülkeyi terketmeleri veya gizlenmeleri ilim ve edebiyatın gerilemesine yol açtı. Bu arada Moğol istilâsından fazla etkilenmeyen Fars bölgesindeki Salgurlular’dan bilhassa Atabeg Ebû Bekir Sa‘d-i Zengî, Luristan’da hâkim olan Atabekân-ı Şebânkâre’den Nusretüddin Ahmed, Sîstan ve Herat’ta hüküm süren Âl-i Kert’e mensup atabegler şair ve edipleri himaye ettiler. Şems-i Kays, Mecd-i Hemger ve Sa‘dî-i Şîrâzî, Fars Atabegleri’nden Ebû Bekir Sa‘d’ın sarayına mensup şairlerdir.
Bu olumsuz gelişmelere rağmen Moğollar zaman içinde İranlılar’la karışıp kaynaştılar. Nasîrüddîn-i Tûsî, Şemseddin Cüveynî, kardeşi Atâ Melik Cüveynî ve Reşîdüddin Fazlullāh-ı Hemedânî gibi âlimler Moğol sarayında divan kâtipliği, müşavirlik, vezirlik gibi önemli görevler üstlendiler. İlhanlılar şair, edip ve tarihçileri himayeleri altına almaya başlayınca ilim dünyası yeniden canlandı. Nasîrüddîn-i Tûsî’nin isteği üzerine müsbet ilimlere de önem verilerek Merâga’da bir astronomi gözlemevi kuruldu. Reşîdüddin Fazlullah Tebriz’de Rab‘-i Reşîdî adlı medrese, dârüşşifâ ve büyük bir kütüphane yaptırdı, buralara vakıflar tahsis ettirdi. Tarihçilik önceki dönemlere nisbetle önem kazandı. Dönemin bu karmakarışık siyasî olayları içerisinde yine de bazı devletlerin saraylarında şiir ve edebiyat revaç buldu. Sultan Üveys ve Sultan Ahmed Celâyir gibi hükümdarlar şair ve edipleri himaye ettiler. Selmân-ı Sâvecî, Ubeyd-i Zâkânî ve Nâsır-ı Buhârî bunların ihsanlarına mazhar oldular. Fars’ta ise Hâfız-ı Şîrâzî ve İmâd-i Fakīh gibi şairler, İncû hânedanının son hükümdarı Şeyh Ebû İshak ve Şah Şücâ‘dan iltifat gördüler.
Moğollar devrinde yer yer duraklayan edebî hareketler Timur ve sülâlesi zamanında tekrar eski canlılığını kazanmaya başladı. Timur din büyüklerine ve âlimlere saygılı davranmış ve gittiği yerlerdeki âlim ve sanatkârları Semerkant’a göndermiştir. Bu arada el-Muṭavvel’e yazdığı şerhle tanınan Sa‘deddin et-Teftâzânî’ye bir mektup göndererek kendisini Semerkant’a davet etmiştir. Ancak ilim adamlarına saygı göstermesine rağmen acımasız bir hükümdar olduğu için şairler onun yanına gitmeye pek rağbet etmemişlerdir. Timur’un oğlu Şâhruh ilim ve edebiyata babasından daha çok önem vermiştir. İsmet-i Buhârî ve Besâtî-i Semerkandî gibi şairler onun sarayına mensuptular. Şâhruh’un oğlu olan ve Esterâbâd’da hüküm süren Gıyâseddin Baysungur ile Semerkant’ta hüküm süren Şehzade Uluğ Bey de ilme önem veren hükümdarlardandır. Özellikle Uluğ Bey, matematik ve astronomiye olan ilgisi ve Semerkant’ta kurdurduğu rasathâne ile tanınmıştır. Uluğ Bey’in çocuklarından Hüseyin Baykara Herat’ı bir ilim, sanat ve edebiyat merkezi haline getirmiştir. Hüseyin Baykara’nın yakın arkadaşı ve veziri Ali Şîr Nevâî’nin bu kültür hareketlerindeki katkılarını da belirtmek gerekir.
Bu dönemlerde istikrarlı devletler yerine ülkenin çeşitli bölgelerinde muhtelif devlet ve devletçiklerin bulunması sebebiyle şairler hükümdar ve emîrlerin saraylarından uzaklaşarak halka yöneldiler. Halkın zevkine daha çok hitap ettiği için gazel ve manzum hikâye revaç buldu ve kaside fazla itibar görmemeye başladı. Şiir ve edebiyata yeteneği olan kimseler hat ve tezhip gibi güzel sanatlarla uğraştıkları için şiir giderek gerekli bilgi birikimine sahip olmayan, hatta bazıları okuma yazma dahi bilmeyen avam tabakasının elinde kaldı. Konuşma dilinde kullanılan kelime ve tabirlerin şiire girmesine yol açan bu durum, Safevîler devrinde ortaya çıkacak olan sebk-i Hindî’nin gelişeceği ortamı hazırladı. Bu dönemde yetişen şairlerin çoğu, düşünce tarzları halkın düşünce tarzına daha yakın olduğundan halk arasında şöhret kazandı. Bu arada bazı şairler başkalarının şiirlerini kendi şiirleriymiş gibi gösterdiler. Bu durum, onların eserlerinde pek çok lafız ve mâna hatasına düşmelerine sebep oldu. Dönemin kayda değer bir diğer özelliği de muamma türünün revaç bulmasıdır. Bu oluşumların dışında kalan şair klasik tarzın son temsilcisi olan Abdurrahman-ı Câmî’dir. Câmî, şiirlerinde genellikle Emîr Hüsrev-i Dihlevî’yi örnek almakla beraber kasidede Hâkānî-yi Şirvânî ve Senâî, gazelde Sa‘dî-i Şîrâzî ve Hâfız-ı Şîrâzî, mesnevide Firdevsî ve Nizâmî-i Gencevî’nin etkisinde kalmıştır. Ayrıca Timur’un fütuhatını anlatan Timurnâme adlı eserin müellifi ve Câmî’nin yeğeni Hâtifî-i Harcirdî, sebk-i Hindî’nin öncüsü sayılabilecek olan Baba Figānî-i Şîrâzî ve Nizâmî-i Gencevî tarzında yazılmış en güzel Leylâ ve Mecnûn mesnevilerinden birini kaleme alan Mektebî-i Şîrâzî’yi de anmak gerekir.
Moğol ve Timurlular döneminde yetişen şairler, içerik ve şekil bakımından her türden şiir söylemekle beraber Moğollar’ın baskı ve zulmünden rahatsız oldukları için tasavvufa yönelerek duygu ve düşüncelerini tasavvuf perdesi altında söylemeyi tercih etmişlerdir. Bu devirde Safiyyüddîn-i Erdebîlî, Alâüddevle-i Simnânî, Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve öğrencisi Sadreddin Konevî, Fahreddîn-i Irâkī, Mahmûd-ı Şebüsterî ve Abdürrezzâk el-Kâşânî gibi çok ünlü mutasavvıflar yetişmiştir. Daha önceki dönemlerde kaside ilk sırada yer alırken bu devirde gazel birinci plana çıkmış, Moğollar’la haşır neşir olurken Farsça’ya pek çok Moğolca hatta Çince kelime girmiştir. Selçuklular döneminde başlayarak gelişen, Irak ve Azerbaycan bölgelerinde yetişen şairlerce benimsenip kullanılan sebk-i Irâkī, Moğol ve Timurlular devrinde bazı önemsiz değişikliklere uğramakla birlikte Timurlular’ın son zamanlarına kadar varlığını korumuştur.
Nesirde başlangıçta kısa bir duraklama dönemi geçirmesine rağmen tekrar canlanarak özellikle tarihî ve tasavvufî konularda pek çok eser meydana getirilmiştir. Moğollar’ın İran’ı istilâsı sırasında onların ulaşamadıkları bölgelerde nesir bir yandan Selçuklular devrindeki olgun, akıcı ve edîbane üslûbuyla devam ederken Moğollar’ın hâkimiyeti altında bulunan bölgelerde “nesr-i fennî” adı verilen anlaşılması güç, yersiz mübalağa, lüzumsuz ifade ve sanatlarla dolu, çok ağdalı olmakla beraber gevşek, ham ve tatsız bir dil kullanılmaya başlandı. Moğol istilâsından sonra Farsça’da göze çarpan önemli bir husus da birçok Türkçe ve Moğolca kelimenin bu dile girmesidir. Bu kelimelerin çoğu günümüz Farsça’sında da kullanılmaktadır.
Atâ Melik Cüveynî’nin 1260’ta yazdığı, Moğollar’ın ortaya çıkışı, Cengiz Han, Hârizmşahlar ve İsmâilîler hakkında önemli bilgiler içeren Târîḫ-i Cihângüşâ, Minhâc-ı Sirâc Cûzcânî’nin kaleme aldığı Ṭabaḳāt-ı Nâṣırî, aslı Arapça olup Ebû Nasr Muhammed b. Abdülcebbâr el-Utbî tarafından XI. yüzyılın başlarında yazılan ve XIII. yüzyılda Ebü’ş-Şeref Nâsıh-ı Gülpâyegânî tarafından Farsça’ya çevrilen, Gazneli Sultan Mahmud dönemini anlatan Târîḫ-i ʿUtbî, Gāzân Han zamanında vezirlik yapmış olan Reşîdüddin Fazlullāh-ı Hemedânî’nin kaleme aldığı, Moğollar dönemi tarihi için en önemli kaynak mahiyetindeki Câmiʿu’t-tevârîḫ, Vassâf diye bilinen Abdullah-ı Şîrâzî’nin yazdığı Târîḫ-i Vaṣṣâf, Hamdullah el-Müstevfî’nin telif ettiği Târîḫ-i Güzîde, yine aynı müellifin kaleme aldığı Ẓafernâme, Nizâmeddîn-i Şâmî’nin aynı adlı eseri, Hâfız-ı Ebrû’nun yazdığı Zübdetü’t-tevârîḫ, Fasîh-i Hâfî’nin kaleme aldığı Mücmel-i Faṣîḥî, Şerefeddin Ali Yezdî’nin Timur dönemini anlatan Ẓafernâme, Abdürrezzâk es-Semerkandî’nin Maṭlaʿ-ı saʿdeyn, Muînüddîn-i İsfizârî’nin Ravżâtü’l-cennât ve Mîrhând’ın Ravżatü’ṣ-ṣafâʾ adlı eserleri bu dönemde yazılmış önemli tarih kitaplarıdır.
Muhammed Avfî’nin 1220’de yazdığı ve Farsça en eski tezkire sayılan Lübâbü’l-elbâb, Abdurrahman-ı Câmî’nin 1478’de kaleme aldığı Nefeḥâtü’l-üns, Devletşah’ın 1487’de yazdığı Teẕkiretü’ş-şuʿarâʾ ve Hüseyin Baykara’nın kaleme aldığı söylenen Mecâlisü’l-ʿuşşâḳ gibi tezkireler; Şems-i Kays’ın 1233’te yazdığı aruz ve kafiye hakkındaki el-Muʿcem fî meʿâyîri eşʿâri’l-ʿAcem, Nasîrüddîn-i Tûsî’nin 1236’da telif ettiği Aḫlâḳ-ı Nâṣırî, Devvânî’nin XV. yüzyılın ikinci yarısında kaleme aldığı Aḫlâḳ-ı Celâlî, Hüseyin Vâiz-i Kâşifî’nin 1495’te yazdığı Aḫlâḳ-ı Muḥsinî, aynı müellifin Kelîle ve Dimne tarzında kaleme aldığı Envâr-ı Süheylî adlı ahlâk kitapları; Muhammed Avfî’nin yazdığı Cevâmiʿu’l-ḥikâyât ve levâmiʿu’r-rivâyât, Moğol istilâsı sırasında Anadolu’ya kaçan Necmeddîn-i Dâye’nin 1228’de kaleme alıp Alâeddin Keykubad’a takdim ettiği Mirṣâdü’l-ʿibâd adlı tasavvufî eseri Moğollar ve Timurlular dönemlerinde yazılmış önemli kitaplardır.
ʿAvârifü’l-maʿârif’in müellifi Şehâbeddin es-Sühreverdî, matematik, astronomi ve mantık dallarında Taḥrîr-i Öḳlîdis (Euclides), Taḥrîr-i Mecisṭî (Almageste), Şerḥ-i İşârât adlarını taşıyan eserlerin sahibi Nasîrüddîn-i Tûsî, astronomi, coğrafya ve eşya ile ilgili ʿAcâʾibü’l-maḫlûḳāt ve ġarâʾibü’l-mevcûdât, coğrafya ile ilgili Âs̱ârü’l-bilâd adlı eserlerin yazarı Zekeriyyâ el-Kazvînî, Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-teʾvîl, Ṭavâliʿu’l-envâr, Minhâcü’l-vüṣûl gibi Arapça eserlerle Niẓâmü’t-tevârîḫ adlı Farsça eserin müellifi Kādî Beyzâvî, İbn Sînâ’nın el-Ḳānûn’u ile Şehâbeddin es-Sühreverdî el-Maktûl’ün Ḥikmetü’l-işrâḳ’ına yazdığı Arapça şerhler ve Dürretü’t-tâc adlı Farsça eseriyle tanınan Kutbüddîn-i Şîrâzî, el-Mevâḳıf, el-Fevâʾidü’l-ġıyâs̱iyye ve Şerḥu Muḫtaṣari’l-Müntehâ adlı eserlerin müellifi, kelâm âlimi Kādî Adudüddin el-Îcî de Moğollar ve Timurlular dönemlerinde yetişen ve daha çok Arapça eser veren müellifler arasında zikredilebilir.
Safevîler Dönemi (1501-1736). Bu dönemde, sarayların ve hükümdarların azametinin göstergesi sayılan kaside değerini yitirdi. Hükümdarlar, şairlerden sultanları öven kasideler yerine Ehl-i beyt’e ağıt yazmalarını istediler. Kasideleri itibar görmeyen şairler, Horasan ve Irak üslûplarını terkederek Hz. Ali ve on iki imamla ilgili kasideler ve özellikle Kerbelâ Vak‘ası’nı konu alan mersiyeler kaleme aldılar. Gazel ise eğlence meclislerinin bir unsuru haline geldi. Aynı dönemde Şiîlik devletin resmî mezhebi olduğu için edebiyat da daha çok Şiîliği yayma yolunda bir gelişme gösterdi. O zamana kadar Arapça yazılmakta olan dinî eserler Farsça yazılmaya başlandı. Moğollar ve Timurlular döneminin ağır ve ağdalı üslûbu sürdürülürken bir yandan da şiire yeni bir özellik kazandıran, ince duygular ve hayallerle süslü sebk-i Hindî gelişti. Pek çok şair ve edibin yetişmesine, ayrıca birçok hükümdar ve şehzadenin şiir ve edebiyatla uğraşmasına rağmen bu devir yine de Fars edebiyatında bir gerileme dönemi sayılır. Bu dönemde gazel ve tasavvufî şiir terkedildi. Seci, kafiye, teşbih, cinas, istiare gibi edebî sanatlar anlaşılması çok güç bir tarzda kullanıldı. Bazı şairlerin İran’ı terkedip özellikle Hindistan’a gitmelerine ve şiirin halk tabakalarının uğraş alanı içine girmesi gibi olumsuz sayılabilecek gelişmelere rağmen bu dönemde yine de değerli şair ve edipler yetişti. Devrin en önemli özelliklerinden biri, Fars edebiyatının İran dışında ve bilhassa Hindistan’da revaç bulması, İran dışında da Farsça yazan birçok edip ve şairin yetişmesidir.
Sebk-i Hindî’nin bânisi sayılan Baba Figānî-i Şîrâzî, Hâtifî, Hilâlî-i Çağatâyî ve Ehlî-i Şîrâzî’den sonra Ümîdî, Zamîrî-i İsfahânî, Vahşî-i Bâfkī, Kerbelâ Vak‘ası hakkında söylediği mersiyelerle tanınan Muhteşem-i Kâşânî, Zülâlî-i Hânsârî, Câmî-i Abbâsî, ünlü hekim Şifâî-i İsfahânî, Şâpûr-i Tahrânî, Celâl-i Esîr, Rükneddin Mes‘ûd-i Kâşî ve Sâib-i Tebrîzî Safevîler döneminin ünlü şairleridir.
Bâbürlü hânedanına mensup hükümdarlardan Bâbür, Ekber Şah, Nûreddin Cihangir ve Şah Cihan’ın sarayları Safevî yöneticilerinden yüz bulamayan şair, edip ve sanatkârların sığınağı oldu. Bâbürlüler’in sarayında resmî dil Farsça olduğu için hükümdarların teşvikiyle telif edilen tarih, tezkire, sözlük ve edebiyatla ilgili eserlerin yanı sıra birçok Hintçe kitap da Farsça’ya çevrildi. Resim ve sanatı himaye etmekten çok dinî ilimlere değer veren Evrengzîb’in Ruḳaʿât-ı ʿÂlemgîr adını taşıyan mektupları sade Farsça’nın güzel örneklerini teşkil eder. Geçici bir süre için gidip tekrar İran’a dönen veya Hindistan’a gidip bir daha dönmeyen şairler arasında Örfî-i Şîrâzî, Muhammed Rızâ Habûşânî, Nazîrî-i Nîşâbûrî, Zuhûrî-i Türşîzî, Melik-i Kummî, Âkā Sâfî-i İsfahânî, Hayâtî-i Gîlânî, Mürşid-i Bürûcerdî, Cihangir’in melikü’ş-şuarâsı Tâlib-i Âmülî, bir süre Âsitân-ı Kuds-i Razavî’nin hazinedarlığını yapmış olan ve Hindistan’a gittikten sonra Şah Cihan’ın saray şairleri arasına giren Kudsî-i Meşhedî, Kelîm-i Kâşânî, yahudi asıllı Saîdâ-yi Sermed-i Kâşî ve Sâib-i Tebrîzî’nin adları zikredilebilir.
Hindistan’daki müslümanlar ve Hintliler’den Farsça eserler veren pek çok şair yetişmiştir. Emîr Hüsrev-i Dihlevî’den sonra Hindistan’da yetişen en ünlü şair divanı, hamsesi ve ahlâka dair Arapça Mevâridü’l-kelim adlı eseri ve noktasız harflerle kaleme aldığı Sevâṭıʿu’l-ilhâm adlı bir tefsiri olan, Ekber Şah’ın melikü’ş-şuarâsı Feyzî-i Hindî, Evrengzîb’e intisap eden, Naġme-i Çehâr Çemen adlı eserin sahibi Brahman mahlaslı Çondarbhân-ı Lâhûrî, Ganî-i Keşmîrî, ʿAzîz ü Şâhid adlı mesnevisiyle tanınan Ganîmet-i Goncâhî, Nasr Ali ve Bâbürlüler döneminin son ünlü şairi, sebk-i Hindî’nin önde gelen temsilcisi olan ve kaside, gazel, mesnevilerinden başka Ruḳaʿât, Nikât ve Çehâr ʿUnṣur adlı mensur eserleri de bulunan Bîdil-i Azîmâbâdî bu grubu oluşturur.
Safevîler devrinde gelişimini tamamlayan sebk-i Hindî’nin belli başlı özellikleri yeni mazmun arayışlarına gidilmesi, daha önceki dönemlerde rastlanmayan hayalî tasvirlerin kullanılması, alışılmamış ve anlaşılması güç teşbih ve istiarelere başvurulması, halkın günlük konuşmasında kullandığı kelimelerin şiire girmesi, deyimlere fazla yer verilmesi, az kullanılan bahir ve vezinlere itibar edilmemesi, şahsî dertlerin dile getirilmesi ve aşk ıstırabının anlatımında ifrata kaçılması, halkın zevklerine uygun eserlerin ve mazmunların meydana getirilmesi, eskiden medrese çıkışlıların tekelinde olan şiirin halka inmesi ve gerçekçiliğe yönelmesi şeklinde özetlenebilir.
Hândmîr’in Ḥabîbü’s-siyer’i, İbn Bezzâz’ın Ṣafvetü’ṣ-ṣafâ’sı, Hasan-ı Rûmlû’nun XVI. yüzyılın sonlarına doğru yazdığı Aḥsenü’t-tevârîḫ’i, İskender Bey Münşî’nin 1629’da kaleme aldığı Târîḫ-i ʿÂlemʾârâ-yı ʿAbbâsî’si Safevîler döneminde yazılmış tarih kitaplarıdır.
Şah İsmâil’in oğlu Sâm Mirza’nın Tuḥfe-i Sâmî’si, Ali Şîr Nevâî’nin Mecâlisü’n-nefâʾis’i, Takī-i Kâşî’nin Ḫulâṣatü’l-eşʿâr ve zübdetü’l-efkâr’ı, Kadı Nûrullah et-Tüsterî’nin Mecâlisü’l-müʾminîn’i, Emîn-i Ahmed-i Râzî’nin Heft İḳlîm’i, Ali b. Mahmûd el-Hüseynî’nin Bezm-ârâ’sı, Molla Abdünnebî Fahrüzzamân-ı Kazvînî’nin Teẕkire-i Meyḫâne’si, Vâlih-i Dağıstânî’nin Riyâżü’ş-şuʿarâʾsı ve Âzâd-ı Bilgrâmî’nin Ḫizâne-i ʿÂmire’si bu dönemde yazılmış tezkire türü eserlerdir.
Cemâleddîn-i İncû’nun
Ferheng-i Cihângîrî’si, Sürûrî-i Kâşânî’nin Ferheng-i Sürûrî’si, Muhammed Hüseyin b. Halef-i Tebrîzî’nin Burhân-ı Ḳāṭıʿı ve Abdürreşîd b. Abdülgafûr et-Tattavî’nin Ferheng-i Reşîdî’si bu dönemde yazılan sözlüklerdir.
Safevîler’in son zamanlarında Nâdir Şah İran hükümdarı olmuş, ancak padişahlığı uzun sürmemiş ve yönetim Zend hânedanından Kerîm Han Zend’in eline geçmiştir. Ülkede güven ortamının neredeyse tamamen ortadan kalktığı bu iki hükümdar döneminde Vâlih-i Dağıstânî, daha sonra “bâzgeşt-i edebî” (edebiyatta eskiye dönüş) adıyla anılacak olan akımın öncüsü Mîr Seyyid Ali Müştâk-ı İsfahânî, Hazîn-i Lâhîcî, Âşık, Âkā Muhammed Takī-i Sehbâ, Lutf Ali Beg Âzer, Hâtif-i İsfahânî, Sabâ-yi Kâşânî gibi şair ve edipler kurtuluşu eski şair ve ediplerin üslûbuna dönmekte bulmuşlardır. Mehdî Han b. Muhammed Nâsır-ı Esterâbâdî’nin Cihângüşâ-yı Nâdirî ve Dürre-yi Nâdire’si, Ebü’l-Hasan Muhammed Emîn-i Gülistâne-i İsfahânî’nin Mücmelü’t-tevârîḫ’i ve Ali Rızâ b. Abdülkerîm-i Şîrâzî’nin Târîḫ-i Zendîye’si, Lutf Ali Beg Âzer’in Âteşkede’si, Vâlih-i Dağıstânî’nin Riyâżü’ş-şuʿarâʾ adlı eseri, Hazîn-i Lâhîcî’nin Teẕkire-i Ḥazîn’i Nâdir Şah ve Kerîm Hân-ı Zend dönemlerinde kaleme alınmıştır.
Kaçarlar Dönemi (1786-1925). Şair ve edipler, XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren yeniden Horasan ve Irak üslûplarına döndüler ve bu üslûpların önde gelen temsilcilerinden Firdevsî, Unsurî, Ferruhî, Menûçihrî, Evhadüddîn-i Enverî ve Hâkānî-yi Şirvânî tarzında eserler vermeye başladılar. Bu üslûp Kaçar döneminin sonuna kadar sürdürüldü. Seyyid Muhammed Sihâb, Seyyid Hüseyin Micmer-i İsfahânî, Sabâ-yı Kâşânî, Andelîb-i Kâşânî, Mahmûd Hân-ı Kâşânî, Neşât el-İsfahânî, Mirza Ebü’l-Kāsım Kāimmakām-ı Ferâhânî, Visâl-i Şîrâzî ve altı oğlu Mirza Mahmûd, Mirza Muhammed, Mirza İsmâil, Mirza Ebü’l-Kāsım, Mirza Ahmed, Mirza Abdülvehhâb, Kāânî-i Şîrâzî, Fürûgī-i Bistâmî, Yağmâ-yi Cendakī, Mirza Muhammed Ali Sürûş-i İsfahânî, Rızâ Kulı Han Hidâyet, Sipihr-i Kâşânî, Ebû Nasr-ı Şeybânî, Safî Ali Şah, Safâ-yi İsfahânî, Hâc Mirza Habîb-i Horâsânî, Edîbü’l-Memâlik Ferâhânî, Abdülcevâd Edîb-i Nîşâbûrî, Edîb-i Pîşâverî, Îrec Mirza, Ziyâ-i Leşker, Takī-i Dâniş, Melikü’ş-şuarâ Bahâr ve Vahîd-i Destgirdî bu devirde yetişen şairlerdir. Kaçar hânedanı içinde şiir ve edebiyatla uğraşan hükümdarlar da yetişmiştir. Feth Ali Şah’ın oğlu Ali Kulı Han hikmet ve riyâziye ile uğraşıyor, şiirlerinde Fahrî mahlasını kullanıyordu. Ni‘metullāhiyye tarikatına mensup olan diğer oğlu Muhammed Rızâ Mirza ise Efser mahlasıyla şiirler söylüyordu. Üçüncü oğlu Îrec Mirza’nın mahlası İnsâf idi. Abbas Mirza’nın oğlu Ferhad Mirza şer‘î ve edebî, Devletşah’ın oğlu Tahmasb Mirza ise şer‘î ilimlerle ilgileniyordu. Devletşah’ın torunu Bedîülmülk Mirza, Molla Sadrâ’nın bazı eserlerini Farsça’ya tercüme etmiştir.
Kaçarlar döneminde din, tasavvuf ve felsefeyle ilgili Farsça ve Arapça kitaplar da yazılmıştır. Ma‘sûm Ali Şah’ın Ṭarâʾiḳu’l-ḥaḳāʾiḳ’ı, Rızâ Kulı Han Hidâyet’in Riyâżü’l-ʿârifîn ve Mecmaʿu’l-fuṣaḥâʾ adlı eserleri, Muhammed Sâdık b. Mehdî’nin Nücûmü’s-semâʾ adlı kitabı, Seyyid Muhammed Sihâb’ın Reşeḥât-ı Sihâb’ı ile bir grup âlim tarafından kaleme alınan Nâme-yi Dânişverân bu devirde yazılan tezkirelerdir. Muhammed Gıyâseddin Ġıyâs̱ü’l-luġāt, Rızâ Kulı Han Hidâyet Ferheng-i Encümen-ârâ adlı sözlüklerini bu dönemde hazırlamışlardır.
BİBLİYOGRAFYA
I. Pizzi, Storia della Poesia persiane, Torino 1894; Browne, LHP, I-V; R. Levy, Persian Literature: An Introduction, London 1913; Şiblî Nu‘mânî, Şiʿrü’l-ʿAcem (trc. M. Takī Fahr-i Dâî-yi Gîlânî), Tahran 1316-27/1937-48; Rızâzâde Şafak, Târîḫ-i Edebiyyât-ı Îrân, Tahran 1313-24; Bedîüzzaman Fürûzanfer, Târîḫ-i Edebiyyât-ı Îrân, Tahran 1317; a.mlf., Süḫan u Süḫanverân, Tahran 1350 hş.; a.mlf., Mebâḥis̱î ez Târîḫ-i Edebiyyât-ı Îrân (nşr. İnâyetullah Mecîdî), Tahran 1354 hş.; A. J. Arberry, Classical Persian Literature, London 1958; Zeynelâbidîn-i Mu‘temen, Taḥavvül-i Şiʿr-i Fârsî, Tahran 1337-42/1958-69, I-II; a.mlf., Şiʿr ve Edeb-i Fârsî, Tahran 1346/1967; Abdürresûl Hayyâmpûr, Ferheng-i Süḫanverân, Tebriz 1340/1961; Celâleddin Hümâî, Târîḫ-i Edebiyyât-ı Îrân, Tahran 1342/1963, I-II; F. Machalski, Persian Court Poetry of the Kacar Epoch Folia Orientalia, Krakov 1964, VI, 1-40; Nefîsî, Târîḫ-i Naẓm u Nes̱r, I-II; Pervîz Nâtil Hânlerî, Zebânşinâsî ve Zebân-ı Fârsî, Tahran 1343; a.mlf., Târîḫ-i Zebân-ı Fârsî, Tahran 1354 hş./1975, I; Kerîm-i Kişâverz, Hezâr Sâl Nes̱r-i Fârsî, Tahran 1345-46/1966-67, I-V; Abbas İkbâl-i Âştiyânî, Târîḫ-i Mufaṣṣal-ı Îrân ez Ṣadr-i İslâm tâ İnḳırâz-i Ḳacâriyye (nşr. Muhammed Debîr-i Siyâkī), Tahran 1346 hş./1967; Rypka, HIL; a.mlf., Poets and Prose Writers of the Late Saljuq and Mongol Periods, Cambridge 1968; a.mlf., Edebiyyât-ı Îrân der Zamân-ı Selçûḳıyân ve Moġolân (trc. Ya‘kūb-i Ajend), Tahran 1364/1986; Zehrâ-yi Hânlerî (Kiyâ), Ferheng-i Edebiyyât-ı Fârsî-yi Derî, Tahran 1348/1969; Abbas Mihrîn-i Şûsterî, Târîḫ-i Edebiyyât-ı Fârsî-yi Îrân: ʿAṣr-ı Hahâmenişî, Tahran 1348 hş.; a.mlf., Târîḫ-i Edebiyyât-ı Îrân: ʿAṣr-ı Sâsâniyyân, Tahran 1349 hş.; Bahâr, Sebkşinâsî, Tahran 1349/1970, I-III; Yahyâ Âryanpûr,
Ez Ṣabâ tâ Nîmâ, Tahran 2535 şş., I-II; a.mlf.,
Ez Nîmâ tâ Rûzgâr-i Mâ, Tahran 1374; Bânû Nusret Tecrübekâr, Sebk-i Şiʿr der ʿAṣr-ı Ḳacâriyye, Tahran 1350 hş.; a.mlf., İran Edebiyatında Şiir-Kaçarlar Dönemi (trc. Mehmet Kanar), İstanbul 1995; Abdülhüseyin Zerrînkûb, Şiʿr-i bî-Dürûġ Şiʿr-i bî-Niḳāb, Tahran 2536/1977; a.mlf., Seyrî der Şiʿr-i Fârsî, Tahran 1363 hş.; a.mlf., Rûzgârân-ı Îrân, Tahran 1374 hş./1995; Ethé, Târîḫ-i Edebiyyât; Zebîhullah Safâ, Târîḫ-i Edebiyyât der Îrân, Tahran 1351-70, I-V; a.mlf., Muḫtaṣarî der Târîḫ-i Taḥavvül-i Naẓm u Nes̱r-i Fârsî, Tahran 1353/1974; a.mlf., Genc-i Süḫan, Tahran 1339 hş., I-III; a.mlf., Gencîne-i Süḫan, Tahran 1348/1969, I-V; Muhammed İsti‘lâmî, Berresî-yi Edebiyyât-ı İmrûz-i Îrân, Tahran 2535/1976; a.mlf., Şinâḫt-i Edebiyyât-ı İmrûz, Tahran 1349 hş.; Muhammed Resûl-i Deryâgeşt, Sâʾib ve Sebk-i Hindî, Tahran 2535/1976; Nihat Alptürk, Çağdaş İran Nazmı (doçentlik tezi, 1978), Atatürk Üniversitesi; Mehmet Kanar, Çağdaş İran Edebiyatının Doğuşu ve Gelişmesi (doktora tezi, 1979), İÜ Ed. Fak. Arap-Fars Filolojisi; Hüsrev Ferşîdverd, Der Bâre-i Edebiyyât u Naḳd-i Edebî, Tahran 1363, I-II; Gulâm Hüseyin Yûsufî, Çeşme-i Rûşen, Tahran 1363/1984; Ömer Okumuş, “Hint Üslubu (Sebk-i Hindî)”, EFAD, sy. 17 (1989), s. 107-117.
Bu bölüm ilk olarak 2000 senesinde İstanbul'da basılan TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 22. cildinde, 416-424 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.