Skip to main content

İbrahim Yıldız

Aile, toplumsal kurumlar içinde yaşamsal niteliği gereği birinci sırada yer almaktadır. Çünkü ailenin görevlerinden biri belki de insanlık için en önemli olanı insan neslini devam ettirmesidir. Ayrıca aile, çocuğun maddi ve manevi... more
Aile, toplumsal kurumlar içinde yaşamsal niteliği gereği birinci sırada yer almaktadır. Çünkü ailenin görevlerinden biri belki de insanlık için en önemli olanı insan neslini devam ettirmesidir. Ayrıca aile, çocuğun maddi ve manevi gelişiminde, korunmasında ve topluma kabul edilmesinde çok büyük görevler üstlenmektedir. Dolayısıyla tarih boyunca tüm toplumlar tarafından vazgeçilmez olarak kabul edilen aile, toplumun ortak değerlerinin yaşatıldığı ve gelecek nesle aktarıldığı, yeri başka hiçbir şey ile doldurulamayan bir kurum olarak kabul edilegelmiştir. İnsanın yaşam boyu seçme özgürlüğüne sahip olamadığı en önemli şeylerden biri de ailesidir. Bireyin kendi ailesini seçme hakkına sahip olmamasına karşılık, çocukların toplumsal ve ruhsal açıdan sağlıklı bireyler olarak yetişebilmeleri için uygun ortamların oluşturulması ve sürdürülmesi, ailelerin bilgili ve bilinçli olmasına bağlıdır. Bu nedenle aile, eşler ve çocuklar için modern hayatın yıpratıcı etkileri karşısında kendilerini koruyabilecekleri sağlam bir sığınaktır. Fakat tarih boyunca insan hayatında vazgeçilmez bir kurum olarak kabul edilen aile, günümüzde bilinçli bir şekilde yıpratılmak istenmektedir. Bu çalışma, ailenin biyolojik, ekonomik, koruyuculuk, psikolojik ve eğitim alanlarında üstlendiği görev hakkında Kur’ân-ı Kerim’in emir ve tavsiyelerini ortaya koyarak özellikle çocuklar açısından ailenin önemini ele almaktadır. Kur’ân’da ele alınan konular ile ailenin bu görevlerini uyumlu olarak gruplandıracak olursak genel hatları ile şöyle bir tablo ile karşılaşılır: 1. Ailenin varlığını koruyan, neslin devamını sağlayan biyolojik görevin hakkıyla yerine getirilebilmesi için; nikâh ve talak için konulan kurallar, zina yasağı, zinaya giden yolların kapatılması için verilen tavsiyeler. 2. Aile fertlerinin her türlü maddi ihtiyaçlarını karşılayacak olan ekonomik görev için; dünya ahiret dengesini korumak şartıyla çalışmaya teşvik etme, helal kazanç, çocukların ve annelerinin, ebeveynin bakım ve ihtiyaçlarını giderme, aile içi dayanışma konuları. 3. Aile fertlerini her türlü maddi ve manevi zarara ve günaha karşı koruyuculuk görevi için; eşlerin birbirlerinin örtüsü olması, aileyi cehennem ateşinden korumak için dinî emir ve yasaklara riayet etmek, Hz. İbrahim’in babasını, Hz. Nuh’un oğlunu cehennemden korumak için onları Hakka davet etmeleri. 4. Aileyi huzur içinde yaşanan bir çatı haline getiren, duygusal dengenin geliştirilmesine olanak veren psikolojik görev için; eşler arasında meveddetin ve rahmetin var olması, aile içinde sevgi, saygı, hürmet ve güvenin tesisi için uyulması gereken kurallar. 5. Aile fertlerinin kendine, ailesine ve topluma faydalı olarak yetiştirilmesi ve sosyalleştirilmesini sağlayan eğitim görevi için; ebeveynin çocuklarına tavsiyeleri bağlamında Hz. Lokman’ın ve Hz. Nuh’un çabaları. Kuşkusuz aile kurumu, insanlıkla birlikte var olan ve kıyamete dek varlığını koruyacak bir kurumdur. İlk insan Hz. Âdem ve eşinden günümüze tüm insanlar, bir aile içinde doğup büyümüşler ve kendileri de bir aile kurarak nesillerini devam ettirmişlerdir. Nitekim ailenin biyolojik, ekonomik, koruyuculuk, psikolojik ve eğitim alanlarındaki görevlerini bazen temel kaideler koyarak bazen de ayrıntılı bir şekilde ele alan Kur’ân’ın, özellikle ailenin sağlam temeller üzerine bina edilmesine, sürekliliğine, eşlerin birbirlerini koruyup gözetmelerine ve çocukların yetiştirilmesi konusuna önem verilmesine vurgu yaptığı görülmektedir. Nikâhtan talak konusuna kadar yani ailenin kuruluşundan dağılmasına kadar birçok konuda emir ve tavsiyelerde bulunan Kur’ân, özellikle peygamberlerin aileleri ile yaşadıkları tecrübeleri bizlere örnek olarak sunmaktadır. Bu çalışmanın amacı, toplumun temel taşı olan ailenin, kendisinden beklenen işlevlerini yerine getirebilmesi için Kur’ân-ı Kerim’de emredilen veya tavsiye edilen hususların tespit edilmesidir. Literatür taraması yönteminin kullanıldığı bu çalışmada ayrıca ailenin görevleri hakkında araştırma yapan tüm araştırmacılara Kur’ân-ı Kerim’in konuyu ele alışını sunabilmek hedeflenmektedir.
İnsanlar, karşılaştıkları sıkıntı ve mutlulukları ilk önce aile fertleriyle paylaşmayı, elde ettikleri başarılara onların da şahit olmalarını ve kendisini takdir etmelerini isterler. Her iki durumda da insanın yanında olan ailesi,... more
İnsanlar, karşılaştıkları sıkıntı ve mutlulukları ilk önce aile fertleriyle paylaşmayı, elde ettikleri başarılara onların da şahit olmalarını ve kendisini takdir etmelerini isterler. Her iki durumda da insanın yanında olan ailesi, zorlukları paylaşarak azaltır, mutlulukları paylaşarak çoğaltır. Bu durum, kişi ile aile fertlerinin arasında var olan yakın ve sıcak ilişkinin doğal bir sonucudur. İslam ailesinin en temel özelliği huzur, sevgi ve rahmet yuvası olmasıdır. Bu ailede eşler birbirleriyle huzura kavuşur, çocukları da güzel ortamda büyürler. İslam ailesinde karı-koca birbirlerinin cenneti olurken çocukları da o cennet bahçesinin meyveleri olurlar. Kur’an’a göre aile olmanın nihai gayesi, Allah’ın rızasını kazanmak için aile fertlerinin birbirlerine yardımcı olmasıdır. Kur’an, aile fertlerini sadece dünya hayatında birbirlerinin maddî ve manevî ihtiyaçlarını gideren kişiler olarak değil, aynı zamanda ahirete hazırlık yaparken birbirlerinin destekçileri ve cennette ebedî hayatı birlikte yaşayacak kişiler olarak kabul etmektedir. Dolayısıyla İslam’a göre evliliğe karar veren eşler, yalnızca bu dünya hayatında kendilerine eş seçmekle kalmazlar, aynı zamanda cennetteki eşini de seçmiş olurlar. Dünyada iken insanın en sevdiği kişiler arasında eşi ve çocukları ilk sıralarda yer alır. Hz. Peygamber’in “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” müjdesi,  dünyadaki bu mutlu beraberliğin ahirette de devam edeceğini ve dünyadaki fâni mutluluklarının cennette ebedî mutluluğa çevireceğini haber vermektedir. Dünyada Allah Teâlâ’nın rızasına erişmek için beraberce çabaladığı ailesi ile ahiret mutluluğunu paylaşmak, her müminin en büyük arzusudur. İnsanın ahirette ailesini tanıyıp tanımayacağı, onlarla görüşüp görüşmeyeceği, cennette ebedi mutluluğu birlikte yaşayıp yaşayamayacağı her zaman merak konusu olmuştur. Birbirlerine karşı bu derece yakın olan aile fertlerinden birini veya birkaçını kaybeden herkesin ilk aklına gelecek olan sorular şunlardır: Acaba dünya hayatında bana bu kadar yakın olan aileme ahirette de kavuşabilecek miyim?  Orada onları tanıyabilecek miyim? Orada onlara yardım edebilecek miyim? Cennette de onlarla birlikte olabilecek miyim? Bu konuda yapılan araştırmalar, toplumumuzda bu tür soruların özellikle Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı kurumlara oldukça sık yöneltildiğini göstermektedir. Kur’an’ı-Kerim, net bir şekilde müminlerin bu beklentilerinin gerçekleşeceğini bizlere haber vermektedir. Her müslüman, bu müjdeli haberin kendi ailesi için de gerçekleşebilmesi için dünyada Allah’ın rızasını kazanmaya gayret etmekte ve vefat eden aile fertlerinin ardından bu umutla hayata tekrar tutunmaya çalışmaktadır. Konuya gerek kaza veya tabii afetler gerekse diğer sebeplerden dolayı aile fertlerinden birini veya birkaçını kaybeden kişilere verilecek manevi destek adına bakılacak olursa bu müjdeli haber, onlar için oldukça değerlidir. Kayıpları için yas tutanlar, dünyada olmasa bile ahirette sevdiklerine kavuşacağını bilmesi, acısını hafifletecek ve o zor günleri daha kolay atlatmasına yardımcı olacaktır. Kur’an’da cenneti kazanan kullara orada aileleriyle birlikte olacaklarını müjdelemektedir. Birçok ayette ifade edilen bu müjdenin tek şartı, her bir aile ferdinin iman etmesi ve sâlih amel işlemesidir. Dolayısıyla cennete girmenin ön şartı iman sahibi olmaktır ve herkes, kendi çabası sonucu cenneti hak etmelidir. Cennete giren aile fertlerinden her biri, kendi işledikleri sâlih ameller ölçüsünde cennetin çeşitli makamlarını hak ederler. Buna rağmen Allah Teâlâ, rahmetiyle muamele ederek onları en üst makamda bulanan aile ferdinin yanına yükseltip aileyi bir araya getirecek ve cennet mutluluğunu birlikte yaşama imkânı lütfedecektir. Kur’an’daki bu müjdenin, dünya hayatında kişinin en çok sevdiği, güvendiği, acısını ve sevincini paylaştığı aile fertlerini kaybettiğinde ona manevi bir destek olacağı gayet açıktır. Özellikle ani ölümlere neden olan tabii afetlerde yakınlarını kaybedenlerin yaşadıkları manevi sıkıntı düşünüldüğünde kişinin ahirette yakınları ile buluşacağı inancı, insanın bu buhrandan daha kolay çıkmasını sağlayacaktır. Aynı zamanda kişinin cennette ailesiyle buluşmasının iman ve sâlih amel şartına bağlanması, Müslümanı daha şuurlu kılacak ve dünyada Allah Teâlâ’yı razı edecek ameller işlemeye sevk edecektir. Çalışmamızın hedefi genel olmakla beraber özellikle beklenmedik ani kayıpların yaşandığı deprem, sel, yangın gibi tabii afetlerden sonra yakınları vefat eden insanların bu konudaki sorularına Kur’an’ın verdiği cevapları tespit ederek manevi destek konusunda onlara yardımcı olmaktır. Literatür taraması metodunun kullanıldığı bu çalışmada, ilgili ayetler bağlamında ahirette aile birliğinin devamı, mahkeme-i kübrada aile fertlerinin birbirlerine karşı sergiledikleri tavırları ve cenneti kazanan aile fertlerinin birlikte olmaları konusu incelenmiştir.
Halk inançlarının tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir. İnsanın var olduğu her yer ve zamanda ortaya çıktığı, geliştiği, halkın büyük bir kısmını etkisi altına aldığı bilinmektedir. İnsanları hak yoldan uzaklaştırmaları nedeniyle halk... more
Halk inançlarının tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir. İnsanın var olduğu her yer ve zamanda ortaya çıktığı, geliştiği, halkın büyük bir kısmını etkisi altına aldığı bilinmektedir. İnsanları hak yoldan uzaklaştırmaları nedeniyle halk inançların batıl olanları, peygamberlerin mücadele ettiği önemli konulardan biri olmuştur. Kur’an’da bu inançların nedenleri, ortaya çıkışları, halkı nasıl yanılttıkları anlatılmakta, ortadan kaldırılması için peygamberlerin mücadeleleri ve sundukları deliller aktarılmaktadır. Kur’an’da özellikle putlar, fal, uğuruğursuzluk ve hayvanlar ile ilgili batıl halk inançları konu edinilmekte ve dayandıkları deliller sorgulanmaktadır. Kur’an’ın halk inançları hakkındaki temel ölçütü kaynaklarının sahih bilgiye dayanıp dayanmadığıdır. Eğer inançlar, kaynağını vahiy kültüründen alıyorsa ortada bir sorun yoktur. Fakat batıl kaynaklı bir inancın toplumsal ilişkilerde pragmatik bir üslupla ve ideolojik bir dille temsili Kur’an’da eleştirilen bir olgudur. Dolayısıyla Kur’an, tüm halk inançlarını değil, geçmişi bilinçsizce taklit eden gelenekçi zihniyetin sahip olduğu sahih olmayan inançları eleştirmiş ve reddetmiştir. Bu çalışmada Kur’an’da bahsi geçen bâtıl halk
inançları konu edinilmiştir. Bu inançların insanları sahih tevhit inancından uzaklaştırması ve Kur’an’ın bu duruma yaptığı eleştiriler tespit edilmeye çalışılmıştır. Araştırmada literatür taraması metodu kullanılmıştır.
"Birbirinin Vazgeçilmezi: İnsan ve Yanılgı" başlığıyla Feyz Dergisine verdiğim röportajdır.
Günümüzde sosyal medya, kullanıcılarının iletişim ve haber alma ihtiyaçlarını önemli oranda karşılamaktadır. Fakat sosyal medyadaki sahte kullanıcı profillerinin varlığı, paylaşılan içeriklerin gerçek olup olmadığı konusunda şüpheler... more
Günümüzde sosyal medya, kullanıcılarının iletişim ve haber alma ihtiyaçlarını önemli oranda karşılamaktadır. Fakat sosyal medyadaki sahte kullanıcı profillerinin varlığı, paylaşılan içeriklerin gerçek olup
olmadığı konusunda şüpheler oluşturmaktadır. Hucurât sûresinin 6. âyetinde masum insanlara zarar vermemek için bir fâsığın getirdiği haberin iyice araştırılması emredilmektedir. Dinî ve ahlâkî durumları bilinmeyen sosyal medya kullanıcıları, doğrudan fâsık olarak nitelendirilemese de en azından bunların fâsık olma ihtimali bulunan meçhul kişiler oldukları kesindir. Bu nedenle onların aktardıkları haberler de ilgili âyetin kapsamına girmektedir. Müslümanların sosyal medya platformlarında gerçekdışı haberleri beğenerek, paylaşarak veya yorumlayarak masum insanların maddî veya manevî zarar görmelerine sebep olmaları, dinî açıdan sorumluluk gerektiren fiillerdendir. Bu
çalışmada sosyal medya, sahte kullanıcı hesabı açma, gerçekdışı haber üretip yayma ve bunların dinî sorumluluğu konuları, Hucurât sûresinin 6. âyeti bağlamında derinlemesine araştırılmıştır. Çalışmamızda Kur’ân, tefsir, internet ve sosyal medya konularında literatür taraması metodu kullanılarak elde edilen veriler, sosyal medya platformlarının dijital ortamda incelenmesi ile desteklenmiştir.
Kur’ân’a göre ilâhî imtihan gereği insanların dinî tercihleri ve buna bağlı olarak yapacakları amelleri özgür kararlarına bırakılmıştır. Bunun doğal bir sonucu olarak İslâm coğrafyasında farklı dinlere mensup milletler barış içinde bir... more
Kur’ân’a göre ilâhî imtihan gereği insanların dinî tercihleri ve buna bağlı olarak yapacakları amelleri özgür kararlarına bırakılmıştır. Bunun doğal bir sonucu olarak İslâm coğrafyasında farklı dinlere mensup milletler barış içinde bir arada yaşamışlardır. İslam toplumlarında çok sık olmasa da farklı dine mensup bireylerin oluşturduğu aileler de bulunmaktadır. Kur’ân, bu duruma Hz. Nûh ve oğlu ile Hz. İbrâhim ve babasını örnek olarak vermektedir. Bu çalışmada farklı dine mensup ebeveyn ve evlatlar arasındaki ilişkinin nasıl olması gerektiği Kur’ân temelinde ele alınması ve gerek ebeveynleri inkârcılardan olan müslüman evlatlara gerekse inkârcı evlatları olan müslüman ebeveynlere yönelik Kur’ânî mesajların tespit edilmesi hedeflenmektedir. Kur’ân’ın farklı dine mensup aile fertleri arasındaki din ve dünya ile alakalı işlerde koyduğu helal ve haram sınırları, Asr-ı Saadet’teki örnekler de göz önünde bulundurularak belirlenmeye gayret edilecektir. Literatür taraması metodu kullanarak toplanan bilgilerin ışığında ele alınan çalışmanın konusu ailede farklı dine mensup ebeveyn ve evlatlarla sınırlandırılmıştır. Ayrıca konu tefsir alanının sınırları dâhilinde ele alınmış ve aile fertleri aralarındaki hukukî konular çalışmanın kapsamı dışında bırakılmıştır.
The Psychological Attitudes of the People in the Face of Disasters According to the Qur’an İnsan, imtihan edilmek üzere gönderildiği dünya hayatında çeşitli musibetler ile karşılaşır. Kur’ân, insana düşen görevin musibet zamanında... more
The Psychological Attitudes of the People in the Face of Disasters According to the Qur’an
İnsan, imtihan edilmek üzere gönderildiği dünya hayatında çeşitli musibetler ile karşılaşır. Kur’ân, insana düşen görevin musibet zamanında sabretmek, bolluk zamanında ise şükretmek olduğunu hatırlatır. İn-san, musibetlerle karşılaştığında gerek inancı gerekse psikolojik yapısı nedeniyle çeşitli tutumlar sergiler. Bu tutumların neticesinde Allah’a yakınlaşır veya O’ndan uzaklaşır. Bu çalışmanın amacı insanların musibetler karşısında sergiledikleri tutumları âyetler ışığında tespit edebilmektir. Musibetler açısından mü’min ve kâfir tutumları birbirinden tamamen farklıdır. Mü’min, musibetler karşısında sabır, dua, tevekkül ve ibret alma gibi tutumlar sergilerken inkârcı alay etme, nankörlük, sorumluluğu başkasının üzerine atma, mazeret arama ve umutsuzluğa düşme gibi tamamen zıt tutumlar sergiler. Kur’ân, insanın başına gelebilecek musibetleri önceden haber vermekte ve bu musibetlere hazırlıklı olunmasını tavsiye etmektedir. Fakat bu çalışmada musibetler hakkında önceden bilgi sahibi olmanın sadece mü’minlerin tutumları üzerinde olumlu etki yaptığı tespit edilmiştir. Peygamberlerin musibetler hakkında önceden verdikleri bilgilerin, gösterdikleri mucizelerin ve her türlü ikna çabalarının, inkârcıların tutumlarını değiştirmediği hatta onlarda haktan uzaklaşmayı daha da arttırdığı görülmüştür. Dolayısıyla ulaşılan bu sonuç, Kur’ân’ın açıkça ifade ettiği gibi ancak ruhen ve zihnen hakka açık olan insanların bilgiye ulaştıktan sonra onu kendi yararlarına kullanabileceğini göstermektedir. Kur’ân, tefsir ve din psikolojisi alanlarında literatür taraması metodu kullanılarak hazırlanan bu çalışma, Kur’ân’ın, musibetler karşısında insandan beklediği olumlu ve olumsuz tutumları tespit etmeyi amaçlamaktadır. Çalışma, gerek musibet çeşitleri gerekse bun-ar karşındaki insan tutumları açısından Kur’ân’ın bizlere aktardığı hususlar ile sınırlıdır. Her insanın psikolojik yapısı ve istenilen seviyede dinî tutum geliştirme gayreti farklı olmakla beraber bu çalışmada müslümanın musibetler karşısında nasıl davranması gerektiğini ortaya koyarak musibetler gelmeden onlara hazırlanmalarına katkı sağlamayı hedeflemektedir.
Öz: İnsan, özgür iradesi ile karar veren bir varlıktır. Aldığı kararları ve bunlara dayanan davranışları, onun imanî ve amelî durumunu belirler. Dolayısıyla kişinin karar ve davranışlarında düştüğü yanılgıları, onun hem dünya hem de... more
Öz: İnsan, özgür iradesi ile karar veren bir varlıktır. Aldığı kararları ve bunlara dayanan davranışları, onun imanî ve amelî durumunu belirler. Dolayısıyla kişinin karar ve davranışlarında düştüğü yanılgıları, onun hem dünya hem de ahiret hayatını etkilemektedir. Fakat ilahî imtihanın bir gereği olarak birçok zaafla yaratılan insanın yanılgıya düşmemesi mümkün değildir. Zaten insandan beklenen de hiç yanılgıya düşmemesi değil, zaaflarını kontrol altına alarak maddî ve manevî baskılara direnmesi ve herhangi bir nedenle yanılgıya düştüğünde hemen tövbe ederek yanılgısından dönmesidir. İnsanları yanılgıya düşüren nedenlerden biri de sosyolojik etkenlerdir. İnsan, yaratılışı icabı topluluk içinde yaşamak zorundadır. Bu zorunluluk, hayatı kolaylaştıran ve düzene oturtan kurallar manzumesi olan geleneği gerekli kılmaktadır. Aynı zamanda toplumların önderlerinin olması, insanların arkadaşlarının bulunması da doğaldır. İnsan psikolojisi, çoğunluğun yanında yer almaya ve ekonomik, siyasi ve sosyal statüsünü kaybetmemeye meyillidir. Fakat tüm bunlar, karar verme sürecinde kişiyi yanıltabilme potansiyeline sahiptir. Geleneğin, düzenli hayata katkıda bulunmasına karşın insanların özgür düşünme ve davranmalarına engel olma gibi bir özelliği de vardır. Toplumdan dışlanmamak için çoğunluğa veya arkadaş grubuna uyma eğilimi, kişinin istemediği işleri yapmasına neden olabilmektedir. İnsanı yanılgıya düşüren bu sosyolojik etkenlere karşı Kur’ân, dünya hayatının geçici olduğunu, âhirette herkesin tek başına hesaba çekileceğini ve orada kimsenin kimseye bir faydasının olmayacağını, geleneğin temellerinin sahih bilgiye dayanması gerektiğini hatırlatarak önlem almakta ve sâlih kişilerle arkadaşlık yapılmasını tavsiye etmektedir. Çalışmamızda dinî yanılgıların Kur’ân’da yer alan sosyolojik temelli nedenleri incelenecektir. Konu, literatür taraması metodu ile sosyoloji ilminin verilerinden yararlanılarak tefsir ilmi açısından değerlendirilecek ve müfessirlerin ilgili âyetlere yaptıkları yorumlar dikkate alınacaktır.
Öz: Aile, her bir üyesi için en güvenli ortam olmasına rağmen bazen şiddet ve istismar, kişiye bizzat aile fertlerinden gelebilir. Şiddet, insanlar arasında var olan diğer tüm ilişkilerde olduğu gibi aile ilişkilerinin de bozulmasına... more
Öz: Aile, her bir üyesi için en güvenli ortam olmasına rağmen bazen şiddet ve istismar, kişiye bizzat aile fertlerinden gelebilir. Şiddet, insanlar arasında var olan diğer tüm ilişkilerde olduğu gibi aile ilişkilerinin de bozulmasına neden olur. Aile içi şiddetin bir türü olarak kardeş şiddeti, bazen ailenin parçalanmasına, kardeşlerden birinin ölümüne veya uzun süreli kaybolmasına neden olabilecek kadar vahim sonuçlar doğurabilir. Bu çalışmada aile ilişkilerine bu denli zarar verebilme potansiyeline sahip olan kardeş şiddeti, Kur’ân’daki iki kıssa bağlamında ele alınacaktır. İslam’ın aileyi derinden etkileyen bu şiddet karşısındaki tutumu ve Kur’ân’ın kardeş şiddetine sunduğu çözüm yolları incelenerek bu konuda çalışma yapan diğer ilim dallarına katkı sunmak amaçlanmaktadır. Kur’ân’daki bu kıssalar, kardeşin kardeşi öl-dürmesiyle sonuçlanan bir şiddet hadisesini anlatan Hz. Âdem’in iki oğlu kıssası ve uzun süreli kayıpla sonuçlanan kardeş şiddetini anlatan Hz. Yûsuf ve kardeşleri kıssasıdır. Her iki kıssa da kardeş şiddetinin nedenlerinin ve mağdur olan kardeşin olayların gelişimindeki davranışları ışığında şiddetin önlenebilmesinin ipuçlarını barındırmaktadır. Ayrıca bu kıssalar, peygamber ailesinde gerçekleşmiş olması hasebiyle insanlara kardeş şiddetinin her zaman ve her ailede olabileceği mesajını vermektedir.
A Literature Review in the Interpretations of Ahl As-Sunnah And Shia on the Dream and the Accursed Tree Mentioned in the Surah of Al-Isra Müfessirler, İsrâ sûresinin 60. âyetinde geçen Hz. Peygamber’e gösterilen rü’yâ ve lanetlenmiş ağaç... more
A Literature Review in the Interpretations of Ahl As-Sunnah And Shia on the Dream and the Accursed Tree Mentioned in the Surah of Al-Isra
Müfessirler, İsrâ sûresinin 60. âyetinde geçen Hz. Peygamber’e gösterilen rü’yâ ve lanetlenmiş ağaç ile nelerin kastedildiği konusunda çeşitli yorumlar ileri sürmüşlerdir. Bu yorumlar incelendiğinde Ehl-i sünnet ve Şiî müfessirlerin büyük ölçüde görüş ayrılığına düştükleri görülmektedir. Her iki mezhebe mensup müfessirler, kendi görüşlerini temellendirmek üzere naklî ve aklî deliller ortaya koymuşlardır. Şiî müfessirler, gerek rü’yâ gerekse lanetlenmiş ağacı Ümeyyeoğulları olarak yorumlamışlardır. Buna karşın Ehl-i sünnet müfessirlerinin büyük bir çoğunluğu rü’yâyı İsrâ gecesi Hz. Peygamber’e gösterilen olağanüstü haller olarak, lanetlenmiş ağacı ise cehennemin dibinde yetişen zakkum ağacı olarak yorumlamışlardır. Şiîlerin, Emevîler döneminde özellikle Ehl-i beytin yaşadığı trajedik olaylar nedeniyle Ümeyyeoğulları’na karşı besledikleri kin ve nefretin bu yorumlara etkisinin olabileceği ileri sürülmektedir. Bu çalışmanın amacı söz konusu iddiaların izini sürebilmek için kronolojik olarak her iki mezhebe ait temel tefsir kaynaklarında konuların ele alınışını incelemektir. Her iki grubun savunduğu yorumların kaynaklarını ve bu kaynakların karşıt görüş sahipleri tarafından nasıl eleştirildiğini tespit etmek ve böylece bu yorumlarla ilgili bir sonuca ulaşmak hedeflenmektedir.
Evaluation in Source and Terms of Method of Tafsīr of Basmala Written By Hāccī Bektāş Velī Anadolu topraklarında yazılan ilk müstakil besmele konulu tefsir, Bektâşî tarikatının kurucusu olan Hacı Bektâş-ı Velî’ye ait “Besmele Tefsîri”... more
Evaluation in Source and Terms of Method of Tafsīr of Basmala Written By Hāccī Bektāş Velī
Anadolu topraklarında yazılan ilk müstakil besmele konulu tefsir, Bektâşî tarikatının kurucusu olan Hacı Bektâş-ı Velî’ye ait “Besmele Tefsîri” adlı eserdir. Bu eser, göçebe veya yarı göçebe bir hayat süren Türkmenlerin yaşadığı bir coğrafyada kaleme alınmıştır. Zor şartlar altında Anadolu’ya tutunma mücadelesi veren Türkmen boylarına umut aşılamak, onları birleştirmek ve hayatın zorluklarına karşı direnmelerini sağlamak, devrin önde gelen âlimlerinin ulaşmak istedikleri gayelerden biridir. Bu neticeyi elde edebilmek için Mevlâna Celâleddin-i Rûmî (öl. 672/1273), Yunus Emre (öl. 720/1320 [?]) ve Hacı Bektâş-ı Velî gibi devrin önde gelen mutasavvıfları, İslam’ın hoşgörülü ve kucaklayıcı vasıflarını ön plana çıkarmışlardır. Hacı Bektâş-ı Velî de bu eserinde besmeledeki Allah Teâlâ’nın rahmet kökenli “Rahmân” ve “Rahîm”  isimlerini ön plana çıkarmak suretiyle bu amaca hizmet etmektedir. Eser, baştan sona bu tema etrafında şekillenmiştir. Dolayısıyla eserin yazılış amacının İslâm’ın kolaylaştırıcı, umut verici ve kucaklayıcı yönünün ön plana çıkarılarak Türkmen aşiretlerinin İslâm dini etrafında birleşmelerini sağlamak olduğu söylenebilir. Ayrıca Hacı Bektâş-ı Velî’nin, eserini Türkçe yazması ve girişte bunu özellikle belirtmesi, müslüman Türklerin dinî hayatına pratik bir fayda sağlamayı amaçladığını göstermesi açısından önemlidir. Erken dönem Anadolu halk kültüründe Allah, Kur’ân ve tefsir algısının şekillenmesinde belli bir yeri olan Hacı Bektâş-ı Velî’nin, bu eserde kullandığı kaynakların tespit edilmesi aynı zamanda Anadolu irfanının bazı kaynaklarının da tespiti anlamına gelmektedir. Ayrıca bu çalışmada eserin kaleme alındığı dönemin sosyal ve ekonomik şartları ile eserin içeriği arasındaki ilişkinin de ortaya konulması hedeflenmiştir. Eserdeki rivayetlerin tefsir kaynaklarında herhangi bir karşılığının olup olmadığı, eserin tefsir literatüründeki konumu belirleyebilmek açısından önemlidir. Çalışmamızda literatür tarama yöntemi kullanılarak eserdeki bu rivayetlerin kaynakları belirlenmeye çalışılmıştır. Hacı Bektâş-ı Velî’nin Besmele Tefsiri, Kur’ân’dan bir âyet olan besmeledeki Allah, Rahmân ve Rahîm isimlerini ele alan, esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın günahkâr kullarına karşı lütuflarını anlatan ve genellikle mi‘raç gecesi Allah ile Resûlü Muhammed Mustafa arasında geçen konuşmalara dayanan bir eserdir. Bu kitapta Allah’ın kendisine iman edip içtenlikle yalvarıp yakaran ve sâlih amel işleyen kullarına dünyada ve ahirette sonsuz bir rahmet ile muamele edeceği gerçeği, besmele yorumlanarak aktarılmıştır. Eser, klasik tefsirlerden farklı olarak kelime ve cümle tahlillerine değinmeden, doğrudan besmelenin faziletine ve besmele zikri ile elde edilecek lütuflara değinen, halkın maneviyâtını yükseltmek ve onları dine daha sıkı bağlarla bağlamak amacı güden, Türkçe kaleme alınmış ilk eser olma özelliğini taşıyan bir tefsirdir. Hacı Bektâş-ı Velî, eserinde âyetlere, rivayetlere, latifelere ve hikâyelere dayalı bir anlatım üslûbu tercih etmiştir. Eserde besmeleyi tefsir etmek amacıyla toplam on dokuz âyet metni verilerek, yaklaşık yirmi beş âyet ise metni verilmeden telmihen kullanılmıştır. Dolayısıyla eserin temel kaynağının Kur’ân-ı Kerîm olduğu, müellifin yorumlarında âyetlerden sıklıkla faydalandığı söylenebilir. Hacı Bektâş-ı Velî eserinde çeşitli kıssalardan ve meşhur mutasavvıfların sözlerinden yararlanmıştır. Bu sözlerden oluşan latife bölümleri ve anlatmak istediği fikri halkın daha kolay anlayabilmesi için kurguladığı hikâye bölümleri dikkatleri çekmektedir. Buradan hareket ile eserin, besmelenin fazilet ve önemini öğretmek amacıyla halka yönelik kaleme alındığı görülmektedir. Bilgi vermenin yanı sıra halkın dinî hassasiyetini diri tutmayı ve din ile olan bağlarını kuvvetlendirmeyi amaçladığı anlaşılmaktadır. Çalışmamızda besmelenin faziletine dair eserde aktarılan rivayetlerin kaynağı hakkında literatür taramaları yapılmıştır. Bazı rivayetlerin sahih hadis kaynaklarından metin olarak birebir olmasa da telmih yoluyla alındığı görülmüştür. Ayrıca kaynaklarda tespit edilemeyen bazı rivayetlerin başka eserlerde aynı veya benzer lafızlarla yer aldığını, dolayısıyla müellifin birçok yorumunun hadislerden yaptığı çıkarımlara dayandığı tespit edilmiştir. Hacı Bektâş-ı Velî, eserinde yaptığı yorumlarda, kurguladığı veya naklettiği latife ve hikâyelerde kendinden önceki müfessir ve mutasavvıfların görüşlerinden ve eserlerinden yararlanmaktadır. Eserde metni verilerek veya telmih yoluyla delil olarak kullanılan âyetlerin çokluğunun yanında halkın konuları daha iyi anlayabilmesi ve kendi hayatları ile özleştirebilmesi için sıkça latife ve hikâye tarzı anlatım üsluplarına başvurulması dikkat çekicidir. Bu tarza uygun olarak muhayyel konuşmalara ve hikâyelere de yer verildiği görülmüştür. Bu diyalogların insanlar arasında kurgulanması edebî açıdan kabul edilebilir bir durumdur. Fakat Allah Teâlâ, Hz. Peygamber ve melekler arasında geçen ve sahih kaynaklarda tespit edilemeyen muhayyel konuşmaların eserde yer alması dikkat çekmektedir. Hacı Bektâş-ı Velî, diğer bazı müfessirlerin yaptığı gibi “Burada Allah Teâlâ sanki şöyle demek istemiştir” şeklinde bir giriş yaparak diyaloğun kurgusal olduğunu belirtmemiştir. Aksine bu diyalogları gerçekten olmuş birer hadise gibi takdim etmesi, ilmî açıdan sıkıntılı görülmektedir. Eserin, halkın ilmî seviyesine ve ilgi alanlarına uygun olarak kaleme alınması, belki de şifahî bir anlatımın yazıya geçirilmiş hali olması gibi nedenler göz önünde bulundurulduğunda bu tarz bir anlatım hoş görülebilirse de bu durum, eserin ilmî değeri açısından bir eksiklik oluşturmaktadır. Sonuç olarak eser, yazılış amaçlarına uygun olarak yeni müslüman olan Türkler arasında merhameti geniş olan Yüce Allah’ı sevdirmiştir. Güzel ahlaklı olmanın, sâlih ameller işlemenin asla karşılıksız kalmayacağı fikrinin yerleşmesini sağlayarak halk nezdinde layık olduğu karşılığını görmüş ve günümüze kadar gelebilmiştir.
The Relationship Between Women and Men In Social Life According to the Qur'an and Sunnah Geçmiş yüzyıllara nazaran gerek ekonomik gerekse kültürel ihtiyaçlardan dolayı insanlar arasındaki sosyal ilişkiler çok yoğun ve karmaşık bir hal... more
The Relationship Between Women and Men In Social Life According to the Qur'an and Sunnah
Geçmiş yüzyıllara nazaran gerek ekonomik gerekse kültürel ihtiyaçlardan dolayı insanlar arasındaki sosyal ilişkiler çok yoğun ve karmaşık bir hal almıştır. Ailesinden ayrılıp başka şehirlere giden gençlerin, bu karmaşık ve zorlayıcı ilişkilerden uzak durmaları ise adeta imkânsızlaşmıştır. Çağdaş yaşam koşullarının zorladığı bu hayat tarzında müslüman bireyi bekleyen en önemli sorunlardan biri, sosyal ilişkilerinde İslâm’ın koyduğu ölçülere uygun davranışlar sergileyip sergileyemeyeceği meselesidir. Çünkü bireyin dinî kimliği ile sosyal ortamlarda sergilediği davranışlarının uyumlu olması, gerek kendi dinî ve psikolojik dengesi gerekse toplum tarafından samimi bir birey olarak kabulü için elzemdir. Özellikle üniversite eğitimi için başka şehirlere gitmek zorunda kalan müslüman gençler, kadın erkek ilişkileri açısından farklı sorunlar ile karşılaşırlar. Bu sorunlar, bazı durumlarda özellikle kadınları eğitimden uzaklaştıracak seviyeye varabilmektedir. İslâm, hayatın her alanında olduğu gibi kadın erkek ilişkilerinde de her iki tarafa eşit sorumluluklar yükleyen belli ölçüler koymuştur. Yoksa kadını bizatihi fitne sebebi görerek ezen, onun hareket alanını olabildiğince daraltan bir anlayışın İslâmî olduğunu söylemek imkânsızdır. Bu noktada özellikle zinaya giden yolları kapatmak için kadın ve erkek ilişkilerinde konulan kurallar, her iki taraf için de bazı kısıtlamalar getirmesine rağmen bu durum, asla onları sosyal hayattan engelleme amacı gütmemektedir. İslâm, özellikle kadınların okula, camiye, çarşıya, vakıf ve derneklere, gitmesine herhangi bir yasak koymamış, sadece bu ortamlarda nasıl davranacağına, nasıl giyineceğine dair erkeklere koyduğu kurallar gibi onlara da bazı kurallar ve ölçüler koymuştur. Kur’ân ve sünnetin koyduğu bu kurallara riayet edildiği takdirde kadın erkek ilişkilerinin normal seyrinde devam etmesinde dinen bir sakıncanın olmadığı görülecektir.
The Including Interlocutor to the Narrative in the Quranic Stories: its Purpose, Time and Methods Kur’ân’da aktarılan kıssaların ana hedefi, içinde barındırdıkları mesajları muhataplarına aktarmaktır. Bu hedefe ulaşabilmek için kıssaların... more
The Including Interlocutor to the Narrative in the Quranic Stories: its Purpose, Time and Methods
Kur’ân’da aktarılan kıssaların ana hedefi, içinde barındırdıkları mesajları muhataplarına aktarmaktır. Bu hedefe ulaşabilmek için kıssaların muhatapları, anlatılan olaylar ile baş başa bırakılmayarak çeşitli metotlar ile kıssa anlatımına dâhil edilmişlerdir. Bu tarz bir anlatım ile verilmek istenen mesaja yönelik hitap ve öğütler, kıssanın içerisine serpiştirilmiştir. Böylece okuyucunun, olayı bizzat yaşamışcasına ibret alması sağlanmıştır. Dolayısıyla kıssalar, aktardığı olaylar kadar olayları anlatım tarzı açısından da araştırılmaya değer birçok özellik barındırmaktadır. Kur’ân; nübüvveti desteklemek, muhataplarının dikkatini çekip onların vahyi can kulağı ile dinlemelerini sağlamak, mü’minlere sıkıntılı anlarında moral desteği vermek için başta Hz. Peygamber olmak üzere vahyin doğrudan muhatapları olan mü’minleri, müşrikleri, yahudileri ve hıristiyanları kıssa anlatımına dâhil etmiştir. Bu sayede kıssayı dinleyen / okuyan herkes, kıssaların sadece tarihî bir bilgi verme amacı taşımadığını kolaylıkla fark edebilmektedir. Kur’ân, Hz. Peygamber’e ve kıyamete kadar onu takip edecek olan mü’minlere, peygamberlerin kutlu yolundan gitmelerini tavsiye etmiştir. Bunun olabilmesi için Hz. Peygamber’in ve mü’minlerin hayatlarında karşılaştıkları durumlar ile kıssalarda anlatılan olaylar arasında, ayrıca örnek alınması veya kaçınılması gereken davranışların sahipleri ile kıssanın muhatapları arasında bir benzerliğin olması gerekir. İlâhî hitabın hikmeti gereği zaten var olan bu benzerliği daha da pekiştirmek ve rol model olarak sunulan kişilerin örnek alınabilmelerini kolaylaştırmak amacıyla anlatım esnasında Hz. Peygamber ve diğer muhataplar kıssaya dâhil edilmiştir. Bu araştırmada muhatapları kıssaya dâhil etme metotlarının ve bu yolla elde edilmek istenen faydaların tespitine çalışılacaktır

ABSTRACT
The main purpose of stories mentioned in the Quran is the transmission of the messages to its interlocutors. In order to achieve this goal, the interlocutors of the stories are not left alone with the event narrated, but included in the storytelling with various methods. With this kind of storytelling, the advices pointing to the message are interspersed in the story. Thus, the reader draws a lesson from the event as if he himself experienced it. Therefore, the stories also include many features worthy of research in terms of the expression style as well as the events that they tell it. The interlocutors of the revelation, which are muslims and polytheists and jews and christians, especially the prophet, were included in the story by the Quran for supporting the prophet and attracting people's attention and ensuring listening to the revelation very carefully and giving moral support to the believers. By this means, anyone listening/reading the story easily realizes that the stories are not only described as a historical knowledge. Quran has instructed the prophets and the believers to follow the way of the prophets till judgmend. Hence, There must be a similarity between the situations encountered by the prophet and believers in their lives and; situations must be taken as an excellent example pattern or be avoided, which described in the stories. The Prophet Muhammad and other interlocutors were also included in the story to reinforce this similarity which already exists as a necessity of the Wise Book of Allah and to simplify taking those who are good examples presented to us in the stories, as a role model. In this research, we will study the methods of including the interlocutors in the story, and the benefits that will be obtained in this way.
A Contribution to the Science of Wucûh and Nazâir: Some Afrâd Words Not Covered in the Afrâdu Kalimâti’l-Qur’âni’l-Azîz of Ibn Fâris Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan kelime ve tabirlerin doğru bir şekilde anlaşılması için Arapça dil... more
A Contribution to the Science of Wucûh and Nazâir: Some Afrâd Words Not Covered in the Afrâdu Kalimâti’l-Qur’âni’l-Azîz of Ibn Fâris
Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan kelime ve tabirlerin doğru bir şekilde anlaşılması için Arapça dil kaidelerinin yanı sıra bir takım yardımcı ilimlerden de yararlanılmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu ihtiyaç, Kur’ân ile ilgili birçok ilim dalının doğmasına ve gelişmesine neden olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’in doğru anlaşılmasına yardımcı olan bu ilim-lerden biri de vücûh ve nezâir ilmidir. Arapça’da kelimeler, karinelerin işaret ettiği bağlamda kullanılmakta ve içerdikleri manalar da bu bağlama göre farklılık göstermektedir. Bu yüzden Kur’ân’ın bazı kelimelerinin hangi âyette hangi manaya geldiğinin tespit edilmesi, Kur’ân’ın doğru anlaşılması açısından oldukça önem arz etmektedir. Vücûh ve nezâir ilmi, kelimelerin Kur’ân’da geçtikleri bağlama göre aldığı anlamları inceleyen bir Kur’ân ilmidir. Bu ilmin incelediği kelimeler içinde efrâd kelimeler de vardır. Kur’ân ilimleri açısından efrâd kelime; bir lafzın Kur’ân’da geçtiği tüm âyetlerde sadece iki manada kullanılması ve bir âyet hariç diğer âyetlerde aynı manaya gelirken sadece o bir âyette farklı bir manada kullanılmasıdır. Bu tür kelimelerin incelendiği hicrî IV. asırda yaşamış, Kûfe dil mektebine mensup, dil ve edebiyat âlimi İbn Fâris’in “Efrâdü kelimâti’l-Kur’âni’l-azîz” adlı risalesi, efrâd konusunda yazılmış tek eser olma özelliğine sahiptir. Fakat İbn Fâris, Kur’ân’daki tüm efrâd kelimeleri eserine almamıştır. Bu çalışmada vücûh ve nezâir ilminin önde gelen eserleri incelenerek efrâd özelliği taşıdığı halde İbn Fâris’in eserine almadığı bu kelimeler tespit edilmeye çalışılmıştır.

Abstract
In order to understand the words and phrases in the Qur’ân correctly, one
should make use of some auxiliary sciences besides Arabic linguistic rules. This need led to the emergence of many scientific branches regarding the Qur’ân, one of these is the science of wucûh and nazâir. In Arabic language, the words are used in a context as the presumptions indicate, and the meanings would differ with regards to that context. Therefore, determining the meaning of certain words in the Qur’ân used in different verses is important for understanding the Quran accurately. The science of wucûh and nazâir is a Qur’ânic science that examines the meanings of the words by context in which they are mentioned in the Quran. There are also the words ‚afrâd‛ in the words examined by this science. ‚Afrâdu Kalimâti’l-Qur’âni’l-Azîz‛ of Ibn Fâris, who lived in the IV century, is a member of the Kûfe language school, the language and literature scholar is the only work written in the matter of afrâd. However, Ibn Fâris did not take all the words of ‚afrâd‛ in the Qur’ân into his work. In this study, we will examine the leading works of the science of wucûh and nazâir and try to identify these words which Ibn Fâris did not take into his works but having the feature of afrâd.
Muberred and His Work Named “Ma Ittafaqa Lafzuhû ve Ihtalafa Ma‘nâhu Min al-Quran al-Majîd” and its Contribution to the Scientific of the Wucûh and Nazâir Kur’ân-ı Kerîm’in insanlığa rehber olabilmesinin önündeki en büyük engel onun... more
Muberred and His Work Named “Ma Ittafaqa Lafzuhû ve Ihtalafa Ma‘nâhu Min al-Quran al-Majîd” and its Contribution to the Scientific of the Wucûh and Nazâir
Kur’ân-ı Kerîm’in insanlığa rehber olabilmesinin önündeki en büyük engel onun anlaşılamamasıdır. Asr-ı saadette Kur’ân’ın anlaşılması noktasında karşılaşılmayan sıkıntılar, özellikle çeşitli kültürlerden insanların gerek müslüman olmaları gerekse kendi dilleri ve dinlerine bağlı olarak İslam toplumu içinde yaşamaya başlamaları nedeniyle ortaya çıkmıştır. Meydana gelen bu kültür ve dil çeşitliliği, Kur’ân’ın anlaşılmasını zorlaştırmıştır. Âlimler tarafından erken dönemde fark edilen bu sorunun önüne geçebilmek için Kur’ân merkezli lugavî çalışmalar başlamış ve giderek önem kazanmıştır. Hicrî 3. asırda yaşamış olan Basra dil ekolüne mensup Müberred de bu çalışmalara eserleri ve yetiştirdiği talebeleriyle destek veren âlimlerdendir. O, Me’ttefeka lafzuhû ve’htelefe ma‘nâhü mine’l-Kur’âni’l-mecîd adlı eserini, ağırlıklı olarak müşterek lafızlı Kur’ân kelimelerini açıklamak için kaleme almıştır. Ayrıca bazı lugat ve belâgat konularına da yer vermiştir.

Abstract
The Quran is the guide for people. The biggest obstacle is that it cannot be understood. The problems in relation to understanding quran that were not encountered in the era of blis have especially emerged because of people of different cultural backgrounds that either converted to islam or began living in Islamic society depending on their own language and religion. These cultural and linguistic variations have made it difficult to understand the Quran. In order to prevent this problem recognized by Islamic scholars in the early period, Quran-based lexicographic studies have begun and become increasingly important. Mubarrad, who lived in the 3rd century and is a member of the Basra language school, is one of the scholars who supported these studies with his works and his students. He wrote up his work named Ma Ittafaqa lafzuhû ve Ihtalafa ma’nâhu min al-Quran al-Majîd, mostly to describe the words of the Quranic joint words. This work also includes subjects of some lexicography (lugat) and rethoric (belâgat).
Deification of Jesus in the Christianity: Causes of the Mistake and Resolving it in the Quran Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm dinlerinin ortak noktası, aynı kaynaktan gelmeleri ve temelde tevhid inancına dayanmalarıdır. Fakat Yahudi ve... more
Deification of Jesus in the Christianity: Causes of the Mistake and Resolving it in the Quran
Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm dinlerinin ortak noktası, aynı kaynaktan gelmeleri ve temelde tevhid inancına dayanmalarıdır. Fakat Yahudi ve Hıristiyanlık, çeşitli nedenlerden dolayı müntesipleri tarafından tahrif edilerek tevhid inancından uzaklaştırılmıştır. İslâm ise bu dinlerin tahrif edilen yönlerini düzeltmek için gönderildiğini açıklamıştır. Buna uygun olarak Kur'ân gerek Yahudilerin gerekse Hıristiyanların içine düştükleri çeşitli yanılgılarının nedenlerini ve çözüm yollarını ortaya koymuştur. Yanılgının nedenlerinin bilinmesi, herhangi bir nedenden dolayı düşülen yanılgılardan en kısa zamanda geri dönülmesi ve tekrar aynı yanılgıya düşülmemesi için elzemdir. Dinî konulardaki yanılgı nedenlerinin tespit edilip ortadan kaldırılması da itikâdî ve amelî istikâmetin sürdürülebilmesinin ön koşuludur. Çalışmamızda ele alacağımız yanılgı konusu, Hıristiyanların Hz. İsa'ya tanrısal bir hüviyet izafe etmeleri ve onu teslis dogmasının bir unsuru olarak Allah'a eş tutmalarıdır. Gerek Kur'ân'a gerekse İncillere bakıldığında onların bu yanılgısına kaynaklık eden birçok nedenin bulunduğu görülecektir. Bunlar arasında; din dilindeki mecaz ifadelerin yanlış yorumlanması, sevgide aşırıya gidilmesi, Hz. İsa'nın olağanüstü doğumu ve gösterdiği mucizelerin etkisi, yabancı kültürlerden etkilenme ön plana çıkmaktadır. Bu nedenler gerek tek başlarına gerekse birbirleriyle etkileşim halinde ilk dönem Hıristiyanlarının zihin dünyalarını etkileyerek Hz. İsa'nın getirdiği tevhide dayalı dinin tahrif olmasına neden olmuştur. Bu çalışmada onları bu yanılgıya sürükleyen temel etkenler, Kur'ân ve İncillerde bulunan deliller ışığında ortaya konulacak ve bunların Kur'ân tarafından hangi delillerle çürütülüp söz konusu yanılgının nasıl düzeltilmeye çalışıldığı incelenecektir.
The Witnesses Of The Day Of The Judgment In The Quran Allah her şeyi gören ve bilendir. Bu nedenle kullarını hesaba çekmek için herhangi bir belgeye veya şâhide ihtiyacı olmadığı açıktır. Bununla birlikte Kur’ân’da âhirette kurulacak olan... more
The Witnesses Of The Day Of The Judgment In The Quran
Allah her şeyi gören ve bilendir. Bu nedenle kullarını hesaba çekmek için herhangi bir belgeye veya şâhide ihtiyacı olmadığı açıktır. Bununla birlikte Kur’ân’da âhirette kurulacak olan Mahkeme-i Kübrâ'da birçok şâhidin olacağı açıklanmıştır. Bu mahkemenin işleyişinin, insanın dünya hayatında bildiği ve alışık olduğu muhâkeme usullerine benzer ifade edilmesi kulun âhiret ahvâlini kolayca kavraması amacına mâtuftur. Çünkü insanın dünyadaki aklî kapasitesi âhirette meydana gelecek hâdiseleri kavrama yetisine sahip değildir. Bu açıdan Kur’ân’da söz konusu hâdiseler insanın anlayabileceği şekilde semboller ve benzetmeler kullanılarak ifade edilmiştir. Bu makalede mahkeme-i kübrâda kulun lehinde veya aleyhinde şahitlik edeceği bildirilen şahitlerin kimler/neler olduğunu ve bu şahitlerin özelliklerini inceledik. Hesap günü şahitlerine Allah'ın değil kulların ihtiyacı olduğunu, ayrıca bu şahitlerin hem dünyada hem de âhirette onlara büyük yararlar sağlayacağını tespit ettik. Dünya hayatında başıboş bırakılmadığını, her an kendisini görüp gözeten ve yaptığı tüm amelleri kayıt altına alan meleklerin olduğunu, Allah'ın emanet olarak verdiği ve O’na karşı günah işlemekte kullanılan vücut organlarının sahibinden şikâyetçi olacağını bilen bir kul, kesinlikle günah işlemekten çekinecektir. Ayrıca dünyada ile huzur bulacaklar ve er geç zalimlerin hesap vereceklerine olan inançlarını hiç kaybetmeyeceklerdir.
Research Interests:
According To Qur’an Avert People From The Way Of Allah (as-Sadd ‘an Sabîlillah) Tarih her daim hak ile bâtılın mücadelesine tanıklık etmiştir. Bu mücadelede hak tarafını peygamberler ve onlara iman edenler; bâtıl tarafını ise vahye karşı... more
According To Qur’an Avert People From The Way Of Allah (as-Sadd ‘an Sabîlillah)
Tarih her daim hak ile bâtılın mücadelesine tanıklık etmiştir. Bu mücadelede hak tarafını peygamberler ve onlara iman edenler; bâtıl tarafını ise vahye karşı çıkan şeytan, inkârcılar ve özellikle inkârcı toplumların önde gelen eşraf tabakası oluşturmuştur. Peygamberler Allah'tan aldıkları mesajları, deliller ve mucizeler eşliğinde, en güzel metotlar ile insanlara aktarırlarken, bâtılın yandaşları bu kutlu mesajı kabul etmedikleri gibi onun insanlara ulaşması-na da engel olmaya çalışmışlar ve bu amaçlarına ulaşabilmek için her türlü yola başvurmaktan da çekinmemişlerdir. Kur'ân'da inkârcıların gerek insanların vahye tâbi olmalarını gerekse vahye tâbi olanların dinlerini yaşamalarını engellemeye çalıştıkları haber verilmektedir. Bu çabaların dün olduğu gibi bugün de büyük bir hırsla devam ettiği görülmektedir. Bu açıdan Müslümanların karşı tedbirler alabilmeleri için inkârcılar tarafından kullanılan engelleme metotlarını bilmeleri gerekmektedir. Kur'ân, inkârcıların saldırılarına karşı Müslümanların dirençlerini arttırmak için geçmiş peygamberlerin ve ümmetlerinin karşılaştıkları zorlukları hatırlatmakta, inkârcıların bu tutumlarının yeni olmadığını ve tüm ümmetlerin aynı imtihandan geçtiklerini haber vermektedir. Ayrıca dünyada inkârcıları bekleyen sonucun ancak hüsran, âhirette ise şiddetli bir azap olacağını tüm açıklığı ile vurgulamaktadır. Anahtar Kelimeler: Allah'ın yolu, sebîl, sebîlüllah, engelleme, bâtıl.

Abstract
History has always witnessed the dispute between the truth and the falsehood. In this dispute, the Messen-gers and those who believe in them are on the side of the truth; and devil encountering the revelation, disbelievers and particularly elites leading of denier societies are on the side of the falsehood. While the prophets conveyed the mes-sage that they received from God accompanied with the proofs and miracles with the best methods to people, Suppor-ters of falsehood tried to be hinder its reach to people as they didn’t accept this sacred message, and they also did not hesitated to all kinds of ways to reach that goal. In the Qur’an, disbelievers is mentioned that they tried to hinder people believing the revelation and living their religion. It is seen that these efforts continue with a great passion today as it was yesterday. Therefore, the believers need to know preventing methods to take measures against to non-believers. Qur’an remind the difficulties which the prophets and their nations are exposed to increase resistances of the muslims against the attacks of unbelievers. Qur'an explain that all nations before you (nations of Muhammad) passed the same test; and for deniers in this world is a disgrace, and also for them in the Hereafter is a great punish-ment.
Keywords: The way of Allah, sebîl, sebîlüllah, prevent, falsehood
Semantic Analysis Of The Word “Sabil” In The Quran Bu çalışmada sebîl kelimesi bağlamında Kur’an’daki yol kavramının hangi anlamlarda kullanıldığının tespitine çalışılmıştır. İnsanoğlunun doğumundan ölümüne kadar bu dünyada hem zamanda... more
Semantic Analysis Of The Word “Sabil” In The Quran
Bu çalışmada sebîl kelimesi bağlamında Kur’an’daki yol kavramının hangi anlamlarda kullanıldığının tespitine çalışılmıştır. İnsanoğlunun doğumundan ölümüne kadar bu dünyada hem zamanda hem de mekânda yolculuk etmek zorunda olması, onun bir yol izlediğini gösterir. Yolların insanları gitmek istedikleri yerlere ulaştırmasından mülhem olarak Allah’ın rızasına götüren tüm vasıtalara Allah’ın yolu denilmiştir. Bu bağlamda Kur’an’da sebîl, sırât, tarîk ve sünen gibi yol manasına gelen kelimelerin de önemli bir yekûn tuttuğu görülmektedir. Dolayısıyla aynı anlamı ifade etseler bile zaman zaman farklı anlam ve olgulara işaret edebilen bu kavramların semantik bir analize tabi tutulması önemlidir. Bu çalışma, aynı zamanda Kuran’da yol kavramı ile dünya hayatı ve imtihan olgusu arasında nasıl bir ilişki kurulduğunu açıklamaya çalışmaktadır. Çalışmada, sebîl kelimesinin semantik incelemesi yapılmış, ayrıca Kur’an’daki diğer yol anlamına gelen kelimeler incelenerek konu bütünlüğünün sağlanmasına gayret edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Sebîl, sırât, tarîk, sünen, Allah’ın yolu, Allah’ın rızası.

Abstract
This study examines the meaning of the word “sabil” which means road/path in the Quranic context. The travel of human beings in time and space from the very beginning time of their birth until death, means that they are on a road. Because of the road leads someone wherever he or she wants to go, the means which lead someone to God called as-sabil-Allah (road of God). In this context, there are a lot of words like “sabil”, “sırat”, “tariq”, “sunen” which all means road in Quran. Then, the semantic analysis of these words which sometime have different meaning, has great importance. This work also investigates the relations between the word sabil and the trial of worldly life. Consequently, this study carries out a semantic analysis of the word “sabil” and other related words which have the same meaning.
Keywords: Sabil, Sabil-Allah, Road of God, Sırat al-Mustaqim.
Ancestral Tradition In The Quran And Its Effect On The Faith Toplumsal bir varlık olan insan inancını, bakış açısını, değer yargılarını, kimlik ve kişiliğini içinde yaşadığı toplumdan alır. Her toplumun geçmişinden gelen gelenekleri... more
Ancestral Tradition In The Quran And Its Effect On The Faith
Toplumsal bir varlık olan insan inancını, bakış açısını, değer yargılarını, kimlik ve kişiliğini içinde yaşadığı toplumdan alır. Her toplumun geçmişinden gelen gelenekleri vardır. Toplumlar bu gelenekler sayesinde belirli bir noktadan sonra insanların benliğini ve iradesini adeta esir alacak şekilde bir baskı ortamı oluşturur. Bu ortam, geleneklere aykırı fikirlerin hiç düşünülmeden reddedilmesine yol açmaktadır. Bu yüzden tarih boyu peygamberlerin tebliğ faaliyetlerine karşı gösterilen dirençlerin en güçlü dayanağı câhilî atalar geleneği olmuştur. Buna karşın Hz. Âdem’den bu yana tevhid temeline dayanan İbrâhimî gelenek hep var olagelmiştir. Kur’ân’da vahye dayanan atalar geleneği övülmekle birlikte, vahye karşı çıkan câhilî atalar geleneği eleştirilmiş ve temelleri sorgulanmıştır. Takipçileri tarafından bilgi ve istikrar kaynağı olarak görülen bu gelenek, taklit ve taassubu içermesi nedeniyle şirkin kök salmasına yol açmıştır.
Anahtar Kelimeler: Kur’ân, Gelenek, Atalar, Taklit, Şirk, Taassup.

Abstract
Human who is a social being obtains their belief, perspective, value judgement, identity and personality from the community where he lived. Everysociety has it own traditions from the past. After a certain time, societies create a pressuremedia as to taking captive of the human’s ego and will by way of these traditions. This media lead store fuse without thinking contrary ideas to their traditionals Throughout history, there has beenig norance (Jahili) ancestors tradition thestrongest pillars of there sistance shown against notification (tebliğ) activities of the prophets. However, there has always been Abrahamic tradition that dates back to the foundation of tawhid since Adam (as). In the Quran, although an cestraltradition based on revelation was praised, tradition of the ignoran cean cestors whoop poset here velation was criticized and its foundations was also questioned. Thistradition shown as source of information and stability by the followers has led to take root of poly theism because of the includeimitated and fanaticism.
Keywords: Quran, tradition, ancestry, imitation, polytheism, bigotry.
Two Works Of Abū Ishāq al-Zajjāj About al-Asmā al-Husnā and Basmala Dillerin en belirgin özelliğinin zamanla yenilenmeleri, gelişmeleri ve değişmeleri olduğu dikkate alındığında, insanlık tarihin belli bir döneminde, belli bir muhitte... more
Two Works Of Abū Ishāq al-Zajjāj About al-Asmā al-Husnā and Basmala
Dillerin en belirgin özelliğinin zamanla yenilenmeleri, gelişmeleri ve değişmeleri olduğu dikkate alındığında, insanlık tarihin belli bir döneminde, belli bir muhitte nâzil olan Kur’ân’ın da anlaşılmasında problem yaşanması gayet doğaldır. Bunu aşmanın en kesin metodunun, ilahî iradenin büründüğü biçimsel şartları dikkate alarak, nüzûl zamanındaki Arap dilinin yapısının bilinmesi olduğunu söyleyebiliriz. Bu sebeple tefsir ilmi açısından ilk üç asırda ortaya konulan filolojik çalışmaların önemi büyüktür. Bu dönemde Arapça’nın ve Kur’ân’ın geneline yönelik yapılan çalışmaların yanı sıra Kur’ânî kelime ve konularda risale türü filolojik çalışmalar da yapılmıştır. Araştırmamızda Zeccâc’ın Arap dilinin gramer ve lugat özelliklerini temel alarak yazdığı “Tefsîru esma’illâhi’l-hüsnâ” ve “Kitâbu’l-ibâne ve’t-tefhîm ‘ân ma‘âni bismillâhirrahmânirrahîm” adlı iki risalesi incelenmiştir. Bu iki eser, konuları açısından günümüze ulaşmış ilk eserler olma özelliğini taşımaktadır. Bu çalışmada Zeccâc’ın besmele ve esmâ-i hüsnânın mana ve gramer yapıları ile ilgili görüşleri, bu görüşlerin temelleri ve sonraki ilim çevreleri üzerindeki etkileri incelenecektir.

Abstract
Considering that the most prominent feature of the languages is that they develops and changes over time, it is quite normal that there are some problems in understanding the Qur’ān which was sent down in a certain neighborhood and throughout a certain period of human history. We can say that the most accurate method for solving of this problem is to know the structure of the Arabic language at the time when it was sent down, while taking into account the formal requirements assuming of the will of the divine. Therefore, the philological works written in the first three centuries are of importance for the tafsīr. During this period, studies focused on Qur’anic vocabulary and topics such as treaties, as well as general studies on Arabic language and Qur’ān. In this paper, will be studied the views of al-Zajjāj, and their basis and effects, on the meaning and grammatical structures of the Basmala and al-Asmā al-Husnā in the two works Tafsīr asma’illâhi al-husnā and Kitāb al-ibāna wa al-tafhīm ‘ān ma‘ānī bismillāhirrahmānirrahīm written by al-Zajjāj considering the grammatical and lexical features of the Arabic language.
Key Words: al-Zajjāj, tafsīr, philologic tafsīr, Basmala, al-Asmā al-Husnā
Ebû Ishâk az-Zajjâj and Place In The Exegesis Meâni’l-Kur’ân türü filolojik tefsirlerin yazıldığı dönemin sonlarına doğru yaşayan ve yazdığı Meâni’l-Kur’ân ve i’râbüh adlı tefsiri ile bu dönemin en geniş eserini kaleme alan Zeccâc, gerek... more
Ebû Ishâk az-Zajjâj and Place In The Exegesis
Meâni’l-Kur’ân türü filolojik tefsirlerin yazıldığı dönemin sonlarına doğru yaşayan ve yazdığı Meâni’l-Kur’ân ve i’râbüh adlı tefsiri ile bu dönemin en geniş eserini kaleme alan Zeccâc, gerek dil gerekse tefsir alanında söz sahibi önemli bir âlimdir. O, talebeleri ve eserleri vasıtasıyla günümüze kadar ilim çevrelerinde etkisini devam ettirmiştir. Çalışmamızda onun tefsir ilmindeki yeri ve günümüze kadar olan etkileri araştırılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Zeccâc, tefsir, filolojik tefsir, besmele, Esmâ-i Hüsna.

Abstract
Zajjac, lived toward the end of the period in which the Meâni'l-Qur'an type philological exegesis on the Qur'an was written, and he also wrote a book on the tefsir named Meâni’l-Kur’ân ve i’râbüh. The book in this series is also the wider exegesis of the particular era. He the owner is an important scholar in both the field of language and exegesis. His ffects has continued by his students and works in scientific circles until today. İn this article, we will study place in his exegesis of scient as well as effects up to today.
Keywords : Zajjaj, exegesis, philological exegesis, with the name of God, most beautiful names of God.
Kur’an-ı Kerim, çeşitli dinlere mensup tüm insanlığa genel olarak hitap ederken Ehl-i kitap olarak isimlendirilen Yahudiler ve Hıristiyanlara özel olarak hitap etmiştir. يَا اَهْلَ الْكِتَابِ “Ey Ehl-i kitap” hitabı, medenî olan Âl-i... more
Kur’an-ı Kerim, çeşitli dinlere mensup tüm insanlığa genel olarak hitap ederken Ehl-i kitap olarak isimlendirilen Yahudiler ve Hıristiyanlara özel olarak hitap etmiştir.  يَا اَهْلَ الْكِتَابِ  “Ey Ehl-i kitap” hitabı, medenî olan Âl-i İmrân, Nisâ ve Mâide surelerinde toplam on iki kez geçmektedir. Bu âyetlerin içerikleri surelerin iniş tarihleri göz önüne alınarak incelendiğinde belli bir hedefe yönelik düzen, hemen göze çarpmaktadır. Söz konusu surelerden Âl-i İmrân suresi, hicretin 3. yılında nâzil olmaya başlamış ve sûrenin tamamlanması muhtemelen hicretin 9. yılına kadar sürmüştür. Nisâ suresi, Ehl-i kitap ile temel inanç ve sosyal ilişkiler bakımından problemlerin ortaya çıkmasından sonra muhtemelen 5. yılda nâzil olmuştur. Mâide suresi ise Medine döneminin sonlarına doğru nâzil olmuştur. Âl-i İmrân suresindeki ilgili âyetler, Ehl-i kitap mensuplarını, özellikle “niçin” sorusunu sorarak çeşitli konular hakkındaki fikir ve inançlarını üzerinde sorgulama yapmaya teşvik etmektedir. Nisâ suresindeki âyet, Ehl-i kitabı net bir şekilde uyararak inanç konusundaki hatalarını ortaya koymaktadır. Mâide suresindeki âyetler ise özellikle vahiy ve risalet hakkında Ehl-i kitabı bilgilendirmekte ve düştükleri hatalardan nasıl kurtulabileceklerini göstermektedir. Bu nedenle “Ey Ehl-i kitap” hitabı içeren âyetler, Yahudi ve Hıristiyanların tarihten getirdikleri yanılgılarının ortaya konulması ve düzeltilmesi adına önemli bir fonksiyon icra etmektedir. Bu grupların özel olarak muhatap alınarak hatalarının düzeltilmeye çalışılması ise onlara verilen önemi göstermesi açısından dikkat çekicidir. Bu çerçevede Ehl-i kitap ile ilgili olarak ortaya konulan bu bilgiler, Kur’an’ın Yahudi ve Hıristiyanlık tarihine kaynaklık etmesi adına da çok önemlidir. Böylece gerek Asr-ı saadetteki gerekse geçmişteki Ehl-i kitabın sosyo-kültürel ve dinî yaşantılarını daha net olarak tespit etmek mümkün olacaktır.
Günümüzde teknolojinin hızla gelişmesi sonucu sosyal medya olarak adlandırılan dijital platformlar, hayatın önemli bir parçası hâline gelmiştir. Sosyal medya platformları, bireyin sanal ortamda diğer kullanıcılarla her an iletişim... more
Günümüzde teknolojinin hızla gelişmesi sonucu sosyal medya olarak adlandırılan dijital platformlar, hayatın önemli bir parçası hâline gelmiştir. Sosyal medya platformları, bireyin sanal ortamda diğer kullanıcılarla her an iletişim kurmasına, böylelikle sosyalleşmesine imkân sağlamaktadır. Kullanıcılarının sadece iletişim ihtiyacını değil oyun, eğlence ve bilgi edinme gibi ihtiyaçlarını da karşılaması, bu platformların üye sayılarının hızla artmasına ve yeni platformların piyasaya sürülmesine neden olmaktadır. Günümüzde neredeyse herkesin kullandığı sosyal medya, başta duygu ve düşünce olmak üzere her türlü iletiyi paylaşarak insanın kendisini ifade edebilmesine, böylelikle de mutlu ve faydalı hissetmesine olanak sağlamaktadır.
Kur’ân’ın İslâm’a özgü bir medeniyet ve dünya görüşü oluşturmak için kullandığı anahtar kavramlardan biridir. İnsanların üzerinde yürüdükleri yollar nasıl onları hedeflerine götürüyorsa sebîlüllah da insanları Allah’ın rızasına... more
Kur’ân’ın İslâm’a özgü bir medeniyet ve dünya görüşü oluşturmak için kullandığı anahtar kavramlardan biridir. İnsanların üzerinde yürüdükleri yollar nasıl onları hedeflerine götürüyorsa sebîlüllah da insanları Allah’ın rızasına götürmektedir. Sebîlüllah dünya ve âhiret hayatında insanlara yararlı olan, insanlığın iyi yönde gelişmesini sağlayan, geçici dünya menfaatlerini arzulanmaksızın yapılan bütün hayırlı işleri kapsamaktadır. Kur’ân’da her ikisi de yol anlamına gelen sebîl kelimesinin çoğulunun olmasına rağmen, sırât kelimesinin çoğulu yoktur. Bu açıdan bakıldığında sebîl olarak adlandırılan yolları takip eden müminlerin tekil olarak ifade edilen dosdoğru bir yola (sırât-ı müstakîm) ulaşacakları anlaşılmaktadır. Bir benzetme yapacak olursak, sırât cennete uzanan geniş ve düz cadde olup sebîl adını verebileceğimiz birçok şeritten oluşmaktadır. İşte bu şeritlerin her biri namaz, oruç, zekât, cihad, davet, takva, şehitlik, ahlaklı olmak vs. birer sebîldir ve müminleri sırât-ı müstakîm üzerinden cennete ulaştıran sübülü’s-selâm yani cennetin yollarıdır. Kur’ân’da çeşitli kelimelerle ifadesini bulan sebîl / yol kavramı, kişinin doğumuyla ölümü arasındaki maddî ve manevî tüm süreci kapsayan, dünya ve ahiret mutluluğunu hedefleyen ve Müslümanın her türlü işinde Allah’ın rızasını aramasını salık veren önemli bir konuma sahiptir.
Kur’ân’ın haber verdiğine göre insanın fıtraten arzuladığı ve kendisine verilen en büyük nimetlerden olan çocukları ile imtihanı oldukça çetin geçecektir. Çünkü imtihanın zorluğu, verilen nimetin büyüklüğü ile doğru orantılıdır. Kur’ân’ın... more
Kur’ân’ın haber verdiğine göre insanın fıtraten arzuladığı ve kendisine verilen en büyük nimetlerden olan çocukları ile imtihanı oldukça çetin geçecektir. Çünkü imtihanın zorluğu, verilen nimetin büyüklüğü ile doğru orantılıdır. Kur’ân’ın bu konuda verdiği en önemli mesaj, çocuklarının varlığı ile kendini şanslı ve güçlü hissedenlere yöneliktir. Bu noktada kendisine bahşedilen evlatları ile olacağı imtihanın farkına varamayıp onları sadece dünya hayatı için bir güç ve iktidar unsuru olarak algılayanları bu imtihanı kaybedebilirler. Çünkü Kur’ân’a göre kişinin çok çocuğunun olması Allah’ın onu çok sevdiği anlamına değil bilakis imtihanın daha çetin geçeceği anlamına gelmektedir. Ayrıca ahirette herkes kendi hesabını bizzat kendisi vereceği için evlatların ebeveyne dünyadaki gibi bir faydaları da olamayacaktır. Kur’ân’a göre çocukların şefkatli bir ortamda ve sağlıklı yetiştirilmesi için ebeveyne düşen görevler vardır. Çocuklar ile olacak imtihan da bu görevleri yerine getirirken gerçekleşecektir. Ebeveynlerin çocuklarının gerek bedenen gerek ahlaken en güzel bir şekilde yetiştirilmesi için gerekli ted-birleri alması gerekmektedir. Çocuğun ana rahmine düştüğü andan itibaren insanın onunla imtihanının başladığını bildiren Kur’ân, bir şehre girerken nasıl davranması gerektiğine kadar birçok konuda ebeveynin çocuklarına rehberlik etmesi gerektiğini hatırlatır. Ebeveynin, dünyevî hayatlarında olduğu gibi dinî ve ahlâkî hayatlarının şekillenmesinde de çocuklarını eğitmesi, sâlih bir insan olarak yetiştirmesi, bunu yaparken de mutlaka kendisine yardım etmesi için Allah’a dua etmesi gerekmektedir. Her insan, evlatlarına iyi bir gelecek bırakabilmek için çabalar. Fakat Kur’ân, çocuk sevgisini Allah'ın emir ve yasaklarını arka plana atacak kadar yüceltenleri kınar ve bu durumun Allah’ı zikretmeye ve O’na ibadet etmeye engel olmaması gerektiğini hatırlatır.
İletişim teknolojisinin hızla geliştiği günümüzde hayat adeta dijital ortamlara taşınmıştır. Özellikle içinde yaşadığımız ve tüm dünyayı etkileyen pandemi süreci, bu durumu daha da perçinlemiş ve insanların zamanı verimli kullanma... more
İletişim teknolojisinin hızla geliştiği günümüzde hayat adeta dijital ortamlara taşınmıştır. Özellikle içinde yaşadığımız ve tüm dünyayı etkileyen pandemi süreci, bu durumu daha da perçinlemiş ve insanların zamanı verimli kullanma alışkanlıklarını tersyüz etmiştir. Dolayısıyla günümüzde dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardan biri, zamanı boşa geçirten veya zamana değer katan eylemlerin farkına varabilmek ve buna uygun bir hayat tarzı geliştirebilmektir. Fakat içinde yaşadığımız dijitalleşme çağında bunu gerçekleştirmek gerçekten zorlaşmıştır. Özellikle herkesin her an yanında bulundurduğu akıllı telefonların, zamanın boşa geçirilmesi için her türlü imkânı hazırladığı düşünüldüğünde dijital çağda zamanın kontrolü ve verimli kullanılması güçlü bir iradeyi gerekli kılmaktadır. Günümüzde emperyalist güçlerin, teknolojiyi kullanarak dünyayı egemenlikleri altına almaya çalışırken kendileri dışındaki insanların zamanlarını faydasız işlerle heba ettirecek birtakım araç ve ortamları onlara sundukları gözden kaçmamaktadır. Böylece kendileri için gücün ve refahın yolunu açan teknoloji, başkaları için zaman öldürmenin yani tembelliğin aracı haline gelmektedir. Özellikle çocuklar ve gençler, kendilerini yetiştirmek için harcayacakları en kıymetli vakitlerini dijital oyunlar ve sosyal medyada adeta çöpe atmaktadırlar. Hayallerin dijital ortamlarda gerçekleştirilmesine olanak sağlayan, kişilere sanal bir kimlik ve çevre oluşturan oyunlar, gençlerin zamanlarını esir alarak adeta onlara sanal bir hayat yaşatmaktadır. Kapitalizmin tüm hayatı kuşatması nedeniyle dünyevileşen insanlar ve özellikle gençler, kısa vadede zengin ve ünlü olma hedefini yakalayabilmek için zamanlarının büyük bir çoğunluğunu sosyal medyada fenomen olma hayalleriyle geçirmektedirler. Bu durum özellikle gençlerde netlessfobi ve nomofobi olarak adlandırılan dijital çağın psikolojik rahatsızlıklarının çıkmasına neden olmaktadır. Kur’ân’da zaman kavramı ön plana çıkarılarak tüm insanlık bu konuda tefekküre davet edilmektedir. Özellikle mutlak manada zamana yemin edilerek başlayan Asr sûresi, insanlara kurtuluşun reçetesini sunarken zamana karşı tutumun da hayatî önemine dikkatleri çekmektedir. Bu reçete hayatın merkezine konulmadığı takdirde geçen her dakika insan için hüsrandır. Çoğu insan zaman nimetinin önemini idrak edemeyerek ömrünün sonlarına doğru büyük bir pişmanlık yaşarken hayatını güzel bir şekilde değerlendirenler ise ortaya koydukları eserler nedeniyle asırlarca yâd edilmişlerdir. Gerek dinî gerekse din dışı tüm alanlarda elde edilen başarıların temelinde yaşam sermayesinin etkili ve verimli kullanılması yatmaktadır. Zamana kayıtsız kalınması ve onun boş işlerle heba edilmesi, dünyevî başarısızlıkların yanı sıra uhrevî pişmanlığı da beraberinde getirmektedir. Literatür taraması metoduyla hazırlanacak çalışmamızın amacı, dijitalleşme çağında zamanı verimli kullanma problemi yaşayan gençlere bu sorunu fark etmeleri ve çözebilmeleri adına Kur’ân’ın zamana verdiği önemi hatırlatmaktır. Kapsam olarak gençlerin zamanını heba eden dijital oyunlar ve sosyal medya ele alınacak ve Kur’ân’daki zaman ile ilgili âyetlere yer verilecektir.
İnsan, yanılan ve yanıltan bir varlıktır. Sadece yanılmakla kalmaz, büyük bir hakikatmiş gibi yanılgılarının peşinden koşar ve onları savunur. Özellikle “kendilikle” ilgili yanılgıları karşısında ilâhî mesajları dahi kavrayamayacak kadar... more
İnsan, yanılan ve yanıltan bir varlıktır. Sadece yanılmakla kalmaz, büyük bir hakikatmiş gibi yanılgılarının peşinden koşar ve onları savunur. Özellikle “kendilikle” ilgili yanılgıları karşısında ilâhî mesajları dahi kavrayamayacak kadar kendine kör ve sağır hale gelebilir. Pek çok kişiyi hayrete düşürecek kadar büyük icatlar, keşifler ve bilimsel buluşlar gerçekleştirebilen bu akıllı varlık, nasıl olmaktadır da kolayca yanılgıya düşebilmektedir? İşte elinizdeki bu eser, Kur’ân’a göre yanılgılarımızın neler olduğunu sayıp döküyor. Bizim kendimizle ilgili, kendimize bile gizli kalmış derinliklerimize inip zafiyetlerimizin, yanılgılarımızın üzerine Kur’ân’ın ışığını tutuyor ve bunları bize gösteriyor.
Doç. Dr. İbrahim GÜRSES


İnsan, özgür iradesiyle düşünüp karar verir ve buna uygun davranışlarda bulunur. Onun nasıl bir insan olduğu da işte bu düşünce ve davranışlarından belli olur. Hz. Ali, “İnsanın değeri ancak yaptığı iyilikler kadardır” diyerek insanların, yaptıkları işler ile değerlendirilmesi gerektiğini söyler. “Her insan için ancak kendi çalışmasının karşılığı vardır” (en-Necm 53/39) âyet-i kerîmesi, insanın değerinin amellerine bağlı olduğunu ortaya koyar.
İşte bu noktada düşünen bir insan, cevabını mutlaka bulması gereken çok ciddi sorularla karşı karşıya kalır:
-Ya doğru bildiğim fikir ve davranışlarımın temelinde bir yanılgı yatıyorsa?
-Ya yaptığım işler, hakikate ve sağlam bir temele dayanmıyorsa ve bu yüzden de Allah katında kabul görmezse?
-Ya hep iyiye ve doğruya ulaştığımı zannederken, karşılığında da sonsuz mükâfatı beklerken tüm amellerim ve emeğim, rüzgârın önündeki küller gibi savrulup giderse?
-Ya amellerim, beni dünya ve âhiret hedeflerime ulaştıramazsa?
Bu soruların oluşturduğu tedirginlik, aklı başında olan herkesin uykusunu kaçıracak cinstendir ve bunu gidermenin tek yolu soruların doğru cevaplarını bulabilmektir. Dünya ve âhiret saadetini elde etmek isteyen herkes, bu cevaplara ulaşabilmek için çaba sarf etmek zorundadır. Kur’ân’a göre bu tedirginliği gidermenin en garanti yolu, Yaratıcı’sının gönderdiği vahiy yardımıyla insanın kendini tanıması ve ona uygun bir hayat yaşamasıdır.
Elinizdeki bu mütevazı çalışma, yanılgılarımızın temellerini ve onlardan kurtulma yollarını Kur’ân’ın ışığında ortaya koyarak dünya ve âhiret saadetine ulaşma yolunda atılan küçük bir adımdır.
"Afrâdu Kalimâti’l-Qur’âni’l-Azîz” Of Ibn Fâris and Afrâd as a Branch of the Science Of Wucûh And Nazâ’ir İbn Fâris’in Efrâdü kelîmâti’l-Kur’âni’l-azîz adlı risalesi, vücûh ve nezâir ilminin bir alt kolu olarak efrâd konusunda yazılmış... more
"Afrâdu Kalimâti’l-Qur’âni’l-Azîz” Of Ibn Fâris and Afrâd as a Branch of the Science Of Wucûh And Nazâ’ir
İbn Fâris’in Efrâdü kelîmâti’l-Kur’âni’l-azîz adlı risalesi, vücûh ve nezâir ilminin bir alt kolu olarak efrâd konusunda yazılmış tek eser olma özelliği taşımaktadır. Efrâd, benzeri bulunmayan lafızlardır. Lafızların birden çok manaya sahip olmaları gerçeğinin aksine bu kelimeler, manaya delalet etme açısından tek kalan kelimelerdir. Kur’ân ilimleri açısından efrâd; Kur’ân’da bir kelimenin kullanıldığı yerlerin tümünde belli bir manaya gelirken sadece bir âyette farklı bir manada kullanılmasıdır. Bu çalışmamızda İbn Fâris’in eseri tanıtılarak efrâd konusunun vücûh ve nezâir ilminin içindeki konumu ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Özet Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber’in peygamberliğini desteklemek, vahye karşı dinleyicilerin dikkatini arttırmak ve onların Kur’ân’ı dinlemelerini temin etmek ayrıca Hz. Peygamber’e moral vermek için onu kıssaya dâhil etmiştir. Bu sayede... more
Özet
Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber’in peygamberliğini desteklemek, vahye karşı dinleyicilerin dikkatini arttırmak ve onların Kur’ân’ı dinlemelerini temin etmek ayrıca Hz. Peygamber’e moral vermek için onu kıssaya dâhil etmiştir. Bu sayede Kur’ân ile muhatap olan herkes, Hz. Peygamber’in şahsında kıssaya dâhil olur ve kıssalar ibret alınması gereken bir konuma taşınmış olur. Kur’ân, Hz. Peygamber’e kendinden önce gönderilen diğer peygamberlerin yolundan gitmesini tavsiye etmiştir. Bunun olabilmesi için Hz. Peygamber’in hayatında karşılaştığı hadiseler ile diğer peygamberlerin hayatları arasında bir benzerliğin olması gerekir. Bu benzerliği ortaya koymak amacıyla kıssa anlatımına Hz. Peygamber de dâhil edilmiştir.