Skip to main content
Devletlerin dış politikalarını bölgesel ve küresel çapta cereyan eden ilişkiler ağından bağımsız düşünmek günümüz konjonktürünün gereklilikleri doğrultusunda gittikçe zorlaşan bir hal almıştır. Özellikle güçler dengesi sistemine adapte... more
Devletlerin dış politikalarını bölgesel ve küresel çapta cereyan eden ilişkiler ağından bağımsız düşünmek günümüz konjonktürünün gereklilikleri doğrultusunda gittikçe zorlaşan bir hal almıştır. Özellikle güçler dengesi sistemine adapte olmuş Soğuk Savaş döneminin sona ermesi ve liberal demokrasinin piyasa ekonomisiyle entegrasyonu üzerine konumlanan yeni dünya düzeni düşüncesinin oluşması da bu süreci hızlandıran gelişmeler olarak okunabilmektedir. Bu eser yeni dünya düzeni bağlamında Türk dış politikasının (TDP) tarihsel perspektifle inceleyen; Soğuk Savaş öncesi ve sonrası gelişmeleri TDP analizi temelinde örneklerle analiz ederek Türk dış politikasının yaşadığı değişim ve dönüşümler üzerine tespit ve tahlillerde bulunan bir eser niteliğindedir.
Sosyalist fikirler ya da genel anlamıyla sosyalizm, XX. yüzyılın başlarında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) kurulması ve sonrasında Soğuk Savaş döneminde oynadığı rol sayesinde yakın tarihimizin popüler ideolojilerinden... more
Sosyalist fikirler ya da genel anlamıyla sosyalizm, XX. yüzyılın başlarında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) kurulması ve sonrasında Soğuk Savaş döneminde oynadığı rol sayesinde yakın tarihimizin popüler ideolojilerinden biri olmuş ve dünya genelinde geniş bir coğrafyada temsil edilmiştir. Doğu Asya, Avrupa ve Amerika Kıtası’nda çoğu ülke siyasal rejimlerinin kurgulanmasında sosyalizmi/komünizmi referans kabul etmiş fakat 1990’ların başında SSCB’nin dağılmasının ardından hem uluslararası düzende hem de çoğu sosyalist ülkede siyasal, ekonomik ve sosyal anlamda ciddi değişim ve dönüşümler gerçekleşmiştir. Öncesinde kapitalizm ve liberalizmin karşısında konumlanan bu sosyalist ülkelerin çoğunda, özellikle ekonomi anlayışları bakımından kapitalizme kayış süreci yaşanmıştır. Fakat siyasal sistemleri bakımından sosyalist/komünist düşünce, norm ve uygulamaların yaşanan değişime rağmen geçerliliğini koruduğu görülmüştür. Sosyalist düşüncenin siyasal sistemini şekillendirdiğ...
Bu çalışmanın amacı, 6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş’ta meydana gelen depremlerin Türkiye’nin ithalat/ihracatı üzerindeki etkilerini ciddi zarar gören 11 il üzerinden analiz etmektir. Çalışma, depremden etkilenen iller özelinde bir... more
Bu çalışmanın amacı, 6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş’ta meydana gelen depremlerin Türkiye’nin ithalat/ihracatı üzerindeki etkilerini ciddi zarar gören 11 il üzerinden analiz etmektir. Çalışma, depremden etkilenen iller özelinde bir analiz yapması, aktüel bir olaya eğilmesi ve deprem sonrasında illerin dış ticaretinde meydana gelen değişimlerin sebeplerine ilişkin değerlendirme yapmasıyla literatürden ayrılmaktadır. Çalışmada hem doğal afet-dış ticaret ilişkisi genel manasıyla hem de depremlerin dış ticaret üzerindeki etkileri Türkiye özelinde birlikte ele alınmaktadır. Türkiye üzerine yapılan analiz, depremlerin etkilerinin yoğun olarak hissedildiği ilk 6 aylık şok periyodunu kapsamaktadır. Bu dönemde 11 ilin depremler sonrasındaki dış ticaret verileri karşılaştırmalı olarak ve sektör bazında incelenmektedir. Çalışmanın verileri İçişleri Bakanlığı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD), Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) raporları ve Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) veri setlerinden derlenmiş
ve çalışmada nitel araştırma yöntemleri benimsemiştir. İncelenen 11 ilin şubat ayı ihracat rakamlarında Diyarbakır hariç diğer bütün illerde sert düşüş yaşandığı; Adıyaman ve Diyarbakır illeri haricindeki diğer 9 ilde de ithalat rakamlarının radikal biçimde düştüğü tespit edilmiştir. Bir önceki yılın ocak-ağustos dönemi ile karşılaştırıldığında 11 ilin toplam ihracat ve ithalatında dramatik bir daralma yaşandığının tespit edilmesi de depremin kısa vadedeki etkilerini ortaya koymaktadır.
Son yüzyılda dünya siyasetini etkileyen önemli gelişmelerden bir tanesi de devlet dışı ve devletlerarası aktörler diye tanımlanan uluslararası örgütlerin ortaya çıkmış olmasıdır. Özellikle XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sayıları... more
Son yüzyılda dünya siyasetini etkileyen önemli gelişmelerden bir tanesi de
devlet dışı ve devletlerarası aktörler diye tanımlanan uluslararası örgütlerin ortaya çıkmış olmasıdır. Özellikle XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sayıları hızla artan uluslararası örgütler, içinde yaşadığımız uluslararası sistemin vazgeçilmez unsurlarından biri haline gelmiş bulunmaktadır. Hatta bu kuruluşların varlığı küresel siyasetin istenen şekilde işlemesini sağlamaktadır da denilebilir. Örneğin Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ/WTO) olmadan uluslararası ticaretin nasıl gerçekleşeceği önemli bir küresel soruna dönüşebilir ve küresel ticarette ciddi aksaklıklar meydana gelebilir. Benzer iddialar diğer birçok uluslararası ilişki türü için de ifade edilebilir. Zaten uluslararası örgütlerin ortaya çıkış nedeni de küresel ve bölgesel ölçekte ortaya çıkan sorunlara çözüm üretmektir. Başta güvenlik, kalkınma, adalet, sağlık ve eğitim gibi alanlarda ortaya çıkan bölgesel ve küresel sorunları çözmek için kurulan uluslararası örgütler zamanla hemen her alanda ortaya çıkan yeni küresel sorunların çözümü için kilit bir rol oynamaya başlamışlardır. Ancak gelinen noktada bu kuruluşların hangi ölçüde küresel ve bölgesel sorunların çözülmesi ve yönetilmesinde etkili oldukları da ciddi bir tartışma konusu haline gelmiştir. Daha da ilerisi uluslararası örgütlerin varlık nedenleri uluslararası sorunları çözmek iken, zaman zaman uluslararası sorunların çözümsüzlüğüne neden oldukları görülmektedir. Örneğin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine havale edilen birçok uluslararası sorun (Filistin, Kıbrıs gibi) yıllarca çözümsüz kalmaktadır. Benzer durum Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT/OSCE) için de (Karabağ Sorunu gibi) söylenebilir.
Propagandanın, terörizmin ideoloji, örgüt ve şiddet unsurlarının yanına eklenebilecek öneme eriştiği argümanından hareketle bu çalışma, PKK terör örgütü ve propaganda meselelerine odaklanarak propagandanın hem terör örgütü nezdinde... more
Propagandanın, terörizmin ideoloji, örgüt ve şiddet unsurlarının
yanına eklenebilecek öneme eriştiği argümanından hareketle bu
çalışma, PKK terör örgütü ve propaganda meselelerine odaklanarak
propagandanın hem terör örgütü nezdinde araçsallaştırılma yöntemlerini
hem de terörle mücadele noktasındaki işlevlerini araştırmaktadır.
Herhangi bir sorunla ya da problemle mücadele etmenin ilk
aşamasını, mücadele edilen ya da edilecek olan sorunun niteliğinin
ve kaynaklarının doğru analiz edilmesiyle başlatmak yerinde olacaktır.
Bu bağlamda, terörizm ve propaganda arasındaki ilişkiyi Türkiye
özelinde analiz etmek, Türk siyasal hayatında 40 yılı aşkın süredir
faaliyet gösteren PKK‟nın propaganda uygulamalarını tespit etmek
ve PKK ile mücadelede kullanılan propaganda yöntemlerini ortaya
koymak çalışmanın odaklandığı temel meselelerdir. Böylelikle
PKK‟nın propaganda faaliyetleri ile devletin yürüttüğü terörle mücadele
yöntemleri analiz edilmekte ve bu faaliyetlerin etkinliği ve verimliliği irdelenmektedir. Çalışmanın sonucunda hem Türkiye‟nin
hem de PKK‟nın propaganda dili, söylemi ve uygulamalarının
2000‟li yıllarda değişim gösterdiği, propagandanın giderek iki taraf
için de önem kazandığı savlanmaktadır. Son olarak da çalışmada,
Türkiye‟nin terörle mücadelede benimsediği propaganda yöntemleri
ve uygulamalarıyla PKK‟nın propaganda uygulamaları karşılaştırılmakta,
tespit ve önerilere yer verilmektedir.
Dergimizin Aralık/2023 Sayısı Yayımlandı. Tüm yazarlarımıza, hakemlerimize ve editörlerimize teşekkürlerimizi sunarız. Saygılarımızla...
This study delves into the public policies implemented by the United Nations (UN), the European Union (EU), and Türkiye in their endeavors to combat the Covid-19 pandemic, which was initially reported to have emerged from the city of... more
This study delves into the public policies implemented by the United Nations (UN), the European Union (EU), and Türkiye in their endeavors to combat the Covid-19 pandemic, which was initially reported to have emerged from the city of Wuhan in the Hubei province of the People's Republic of China in late 2019. Specifically, the study aims to examine and analyze the effectiveness of these actors in managing the Covid-19 and its impact on public health, the economy, and social well-being. Through a comparative lens, the study seeks to shed light on the national and global efforts undertaken by these actors to protect public health and mitigate the socioeconomic consequences of the pandemic. To achieve its objectives, the study begins with providing a comprehensive understanding of the concept of public policy and its relevance in the context of managing public health crises. Furthermore, by providing a historical analysis of past pandemics, it engages in discussions on drawing lessons from previous experiences for the current pandemic's management and policymaking. Subsequently, the strategies that pursued by UN, the EU and Türkiye in tackling the Covid-19 outbreak are critically examined and evaluated. In order to make a comparison between different political organizational levels (international organization, regional cooperation, and nation-state) in combating the pandemic, these actors have been selected. The study assesses the efficacy, effectiveness, adaptability, problem-solving capacity, and establishment of global solidarity through an evaluation framework, which encompasses various criteria by using qualitative analysis methods. Subsequently, the study seeks to offer nuanced insights into the strengths, limitations, and lessons learned from the public policies formulated and implemented by these actors during the Covid-19 pandemic. By undertaking this academic inquiry, the study would contribute to the scholarly surrounding pandemic management and public policy formulation. It also contributes to the understanding of the effectiveness and impact of public policies in the context of a global health crisis and provides a background for public health policy makers and stakeholders. The analyzed public policies show that the actors basically pursue similar policies, but there are differences in terms of timing.
Osmanlı-Türk siyasal hayatında ordu her zaman kritik rol oynayan bir aktördür (Demirel, 2003: 254). Türk siyasal hayatında askeri müdahaleler gelenekselleşmiş aktör davranışı kabul edilmiştir. Ordu, rejimin kurucusu, koruyucusu ve... more
Osmanlı-Türk siyasal hayatında ordu her zaman kritik rol oynayan bir
aktördür (Demirel, 2003: 254). Türk siyasal hayatında askeri müdahaleler gelenekselleşmiş
aktör davranışı kabul edilmiştir. Ordu, rejimin kurucusu, koruyucusu
ve kollayıcısı rolünü üstlenmiştir. Sivil siyasetten memnuniyetsizliğinin
tezahürü olarak Cumhuriyet’in ilanı sonrasında birden çok kez anti-demokratik
tepki vermiş ve siyasete müdahale etmiştir. Özellikle çok partili hayata geçiş
sonrasında siyasal sistemin asli belirleyici aktör rolü daha fazla belirginleşen
ordunun siyasete müdahalesi 1961 anayasası ile yasal ve yapısal bir zemine
oturmuştur. Siyasete müdahalesi yasal ve yapısal bir zemine oturan ordu, doğrudan
veya dolaylı yollardan siyaseti şekillendirme veya siyasete yön verme
çabası içerisinde olmuştur.
27 Mayıs 1960 darbesi ile başlayan siyasete doğrudan müdahale süreci
12 Mart 1970, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997, 27 Nisan 2007 ile devam etmiş
ve 15 Temmuz 2016 darbe girişimiyle sona ermiştir. Ordunun kendi kendine
biçtiği bu “tarihsel” rolün devamlılığı sivil siyaseti uzun bir süre sindirdiği gibi
toplumun bu müdahaleleri “alışılagelmiş” bir durum olarak kabullenmesine
sebebiyet vermiştir. Bu bakımdan Türk siyasal hayatında yaşananları anlayabilmek
ve açıklayabilmek için askeri müdahaleleri farklı yönleriyle çalışma konusu
yapmak gerekmektedir.
This study focuses on the analysis of the European Union (EU) membership policy of Bülent Ecevit who was a prominent political leader in Turkish political life and scrutinizes his decisions and attitudes through the lens of continuity and... more
This study focuses on the analysis of the European Union (EU) membership policy of Bülent Ecevit who was a prominent political leader in Turkish political life and scrutinizes his decisions and attitudes through the lens of continuity and change, seeking to trace the imprints of influential factors and dynamics in the decision-making process. In this way, it contributes to the scholarly literature by not only revealing the influence of leaders on Türkiye's EU accession process but also explaining the effects of Ecevit's ideological orientations on the course of Türkiye-EU relations. After analysis, it is understood that Ecevit's political stance on the EU was shaped by various internal and external factors, such as the Cyprus Crisis, economic crises in the country, the attitudes of EU leaders, and individual factors such as ideological inclinations. In conclusion, it is claimed that considering the membership process, Ecevit's skepticism toward the EU in his approach ultimately did not offer an alternative to the traditional Western-oriented Turkish foreign policy.
Ordunun/askerin siyasal alana demokratik olmayan doğrudan müdahalesi; siyasal sistem, rejim ve aktörler üzerinde değiştirici/dönüştürücü kuvveti yüksek olan gelişmelerdendir. Bu görüşün geçerliliği Türkiye özelinde dikkate alındığında... more
Ordunun/askerin siyasal alana demokratik olmayan doğrudan müdahalesi; siyasal sistem, rejim ve aktörler üzerinde değiştirici/dönüştürücü kuvveti yüksek olan gelişmelerdendir. Bu görüşün geçerliliği Türkiye özelinde dikkate alındığında tartışmaya oldukça sınırlı bir alan bırakır. Siyasal ideolojiler de bu müdahalelerden bağımsız düşünülememektedir. Buradan hareketle, elinizdeki çalışmayla Türkiye’de siyasal alana yapılan ordu müdahalelerinin ideolojiler üzerindeki etkilerinin anlaşılmasının amaçlandığı ifade edilebilir. Bu amaç ile çalışmada Türk siyasetindeki ana akım ideolojilerin siyasal hayattaki
konumlanma biçimi ile askeri müdahaleler arasındaki ilişki incelenecektir.
Fakat askeri müdahaleler ile ideolojiler arasındaki ilişki analiz edilirken
müdahale sonrası kısa dönem dikkate alınmıştır. İdeolojiler; iktidarda ya
da muhalefette olma, siyasal tabanda karşılık bulma ya da bul(a)mama ve
siyasal partilerce temsil edilme ya da edil(e)meme gibi kriterler dikkate
alınarak seçimler ve siyasal partiler üzerinden incelenecektir. Çalışmanın esas iddiası, askeri müdahaleler ile ideolojiler arasında doğrudan bir neden-sonuç ilişkisini kurmadan Türk siyasetinde askeri müdahalelerin farklı fraksiyondaki ideolojileri öne çıkardığı ya da geriye ittiği fikridir. Nitel araştırma yöntemleriyle ikincil kaynakların analiz edildiği çalışmanın sonucunda müdahalelerin ideolojik hayat üzerindeki etkilerini tanımlamak gayesiyle belirli tasnifler ve sınıflandırmalar yapılmıştır.
Anarşizm, genel manasıyla devlet başta olmak üzere tüm otorite/tahakküm biçimlerini ve modern kapitalist sistemi reddeden, bu kurumların olmadığı kendiliğinden işleyen bir toplumsal düzen kurma amacındaki felsefi geleneği ve siyasal... more
Anarşizm, genel manasıyla devlet başta olmak üzere tüm otorite/tahakküm biçimlerini ve modern kapitalist sistemi reddeden, bu kurumların olmadığı kendiliğinden işleyen bir toplumsal düzen kurma amacındaki felsefi geleneği ve siyasal ideolojiyi tanımlar. Bu anlamıyla anarşizm, modern siyaset felsefesi geleneklerinin fikir ve iddialarına eleştirel bir siyasal düşünce sistemi olarak konumlandırılır. Anarşizme yönelik bu konumlandırmanın kaynağı da anarşizmin o güne kadarki temel felsefi tartışmalardaki kabullerin aksi yönündeki argümanları ve yeniden yorumlamalarıyla ilişkilendirilmektedir. Bu anlamda, anarşizmin ortaya çıkışının siyaset felsefesi bağlamında bu araştırmaya gerekçe oluşturan iki temel meseleyi gündeme getirdiği görülmektedir: Anarşizmin var olan düzene yönelik eleştirel yeniden okumasının anlaşılması ve bu düzen eleştirisinin diğer geleneklerce nasıl ve hangi bağlamlarda eleştirildiğinin açıklanması. Bu doğrultuda araştırma, ilk olarak anarşizmin ortaya çıkışını, gelişi...
Anarşizm, genel manasıyla devlet başta olmak üzere tüm otorite/tahakküm biçimlerini ve modern kapitalist sistemi reddeden, bu kurumların olmadığı kendiliğinden işleyen bir toplumsal düzen kurma amacındaki felsefi geleneği ve siyasal... more
Anarşizm, genel manasıyla devlet başta olmak üzere tüm otorite/tahakküm biçimlerini ve modern kapitalist sistemi reddeden, bu kurumların olmadığı kendiliğinden işleyen bir toplumsal düzen kurma amacındaki felsefi geleneği ve siyasal ideolojiyi tanımlar. Bu anlamıyla anarşizm, modern siyaset felsefesi geleneklerinin fikir ve iddialarına eleştirel bir siyasal düşünce sistemi olarak konumlandırılır. Anarşizme yönelik bu konumlandırmanın kaynağı da anarşizmin o güne kadarki temel felsefi tartışmalardaki kabullerin aksi yönündeki argümanları ve yeniden yorumlamalarıyla ilişkilendirilmektedir. Bu anlamda, anarşizmin ortaya çıkışının siyaset felsefesi bağlamında bu araştırmaya gerekçe oluşturan iki temel meseleyi gündeme getirdiği görülmektedir: Anarşizmin var olan düzene yönelik eleştirel yeniden okumasının anlaşılması ve bu düzen eleştirisinin diğer geleneklerce nasıl ve hangi bağlamlarda eleştirildiğinin açıklanması. Bu doğrultuda araştırma, ilk olarak anarşizmin ortaya çıkışını, gelişimini ve anarşizm içindeki bireyci ve kolektivist geleneklerin ayrışma noktalarını ortaya koymaktadır. Sonrasında anarşizmin siyaset felsefesinin temel tartışmalarından devlet, özgürlük, eşitlik, mülkiyet ve siyasal sistem meselelerine getirdiği eleştirel yorumları, anarşizmin içindeki bireyci ve kolektivist ayrışmasını da dikkate alarak klasik anarşist kuramcıların fikirleri üzerinden irdelemektedir. Son olarak da diğer felsefi geleneklerin anarşizmin bu eleştirilerine yönelik karşı eleştirilerini tartışmaktadır. Nitel araştırma yöntemlerinin benimsendiği araştırmada anarşizmin devlete, eşitliğe, özgürlüğe ve adalete dair yaklaşımının kendi içinde görece uyumlu olduğu fakat mülkiyet ve siyasal sistem meselelerinde ayrıştığı savlanmaktadır. Anarşizmin diğer felsefi geleneklerce eleştirilerinin ise eşitliğin ve adaletin tam olarak sağlanabileceği, devletin ortadan kaldırılabileceği ve kapitalist üretim sisteminin çökeceğine dair anarşist fikirlere odaklandığı görülmektedir.
Sosyalist fikirler ya da genel anlamıyla sosyalizm, XX. yüzyılın başlarında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) kurulması ve sonrasında Soğuk Savaş döneminde oynadığı rol sayesinde yakın tarihimizin popüler ideolojilerinden... more
Sosyalist fikirler ya da genel anlamıyla sosyalizm, XX. yüzyılın başlarında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) kurulması ve sonrasında Soğuk Savaş döneminde oynadığı rol sayesinde yakın tarihimizin popüler ideolojilerinden biri olmuş ve dünya genelinde geniş bir coğrafyada temsil edilmiştir. Doğu Asya, Avrupa ve Amerika Kıtası’nda çoğu ülke siyasal rejimlerinin kurgulanmasında sosyalizmi/komünizmi referans kabul etmiş fakat 1990’ların başında SSCB’nin dağılmasının ardından hem uluslararası düzende hem de çoğu sosyalist ülkede siyasal, ekonomik ve sosyal anlamda ciddi değişim ve dönüşümler gerçekleşmiştir. Öncesinde kapitalizm ve liberalizmin karşısında konumlanan bu sosyalist ülkelerin çoğunda, özellikle ekonomi anlayışları bakımından kapitalizme kayış süreci yaşanmıştır. Fakat siyasal sistemleri bakımından sosyalist/komünist düşünce, norm ve uygulamaların yaşanan değişime rağmen geçerliliğini koruduğu görülmüştür. Sosyalist düşüncenin siyasal sistemini şekillendirdiği Çin ve Küba, bu süreklilik ve değişim bağlamında çalışmanın odaklandığı iki ülkedir. Çalışma, Çin ve Küba’nın sosyalist sisteme geçiş sürecini ve sosyalist devrim ertesinde kurulan siyasal yapılarını ve sosyalizmin düşüşüyle iki ülkede yaşanan değişimleri karşılaştırmalı olarak incelemektedir. Bu ülkelerin oluşturduğu sosyalist siyasal sistem modellerini tarihsel arka planları ve değişim süreçleriyle birlikte ele alan çalışmada nitel araştırma yöntemleri kullanılmaktadır. Çalışmada iki ülkenin de siyasal örgütlenme yapısının sosyalist sistemin öngördüğü yapı ve uygulamalardan uzaklaşmadığı, bununla birlikte ekonomi anlayışlarının giderek kapitalist mekanizma ve uygulamaları da içine alacak şekilde dönüştüğü iddia edilmektedir. Çalışmanın sonucunda Çin ve Küba’nın siyasal sistemlerinde geleneksel pratiklerinin çoğunu koruduğu fakat ekonomilerinin uluslararası kapitalist sisteme uyumlu hale gelme yolunda olduğu savlanmaktadır.
21. yüzyılın başları, Türk siyasal hayatında hatırı sayılır değişim ve dönüşümlerin yaşandığı bir dönemdir. Aynı siyasi gelenekten gelen siyasi kadroların kurduğu Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) ve Saadet Partisi’nin 2001 yılında... more
21. yüzyılın başları, Türk siyasal hayatında hatırı sayılır değişim ve
dönüşümlerin yaşandığı bir dönemdir. Aynı siyasi gelenekten gelen siyasi kadroların kurduğu Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) ve Saadet Partisi’nin 2001 yılında Türk siyasal hayatında yerini alması, bu değişim ve dönüşümlerin önemli parçası olarak görülebilir. Zira AK Parti, Milli Görüş ideolojisindeki değişim ve dönüşüm sonrası kurulmuştur. Fakat aynı siyasi gelenekten gelmelerine karşın, iki partinin siyasal söylemi ve ideolojik yönelimi belirli noktalarda farklılaşmaktadır. AK Parti ve Saadet Partisi’nin siyasal söylem ve pratiklerinde kullandığı demokrasi, laiklik, Avrupa Birliği (AB) ve kapitalizm/faiz kavramlarının iki parti arasındaki ayrışmaların kaynağı olduğu iddiası bu araştırmanın esas çıkış noktasını oluşturmaktadır. Bu çerçevede AK Parti ve Saadet Partisi’nin, ayrışmanın kaynağı olduğu iddia edilen kavram üzerinde mukayesesi araştırmanın konusunu oluşturmaktadır. Öte yandan kavramlar üzerinden mukayese yapılabilmesi nedeniyle, araştırmanın belirlediği siyasi partilerin siyasal tutumları mukayesenin zemini oluşturmaktadır.
AK Parti ve Saadet Partisi’nin seçilen kavramlara yönelik siyasal tutumlarının karşılaştırıldığı bu araştırmada, mevcut literatür taranmış ve araştırmanın konusu minvalinde ilgili metinler, raporlar, beyannameler ve söylemler incelenmiştir. Yukarıdaki bağlamda ele alınan AK Parti ve Saadet Partisi’nin siyasal tutumlarının, demokrasi ve laiklik konularında birbirine benzediği AB, kapitalizm ve faiz konularında birbirlerinden ayrıldığı ifade edilebilir. Araştırmanın sonunda, AK Parti ve Saadet Partisi’nin siyasal tutumlarının, seçilen kavramlar üzerinden mukayesesi yapılmıştır.

Anahtar Kavramlar: Siyasi Partilerin Siyasal Tutumları, AK Parti, Saadet Partisi, Demokrasi, Laiklik, Avrupa Birliği, Kapitalizm-Faiz.
Jeopolitik riskler geçmişte olduğu gibi günümüzde de ciddi bir endişe kaynağıdır. Literatürde durağanlık sınamaları genelde histeri, sürdürülebilirlik, satın alma gücü paritesi, yakınsama hipotezi gibi vb. sınamalarında kullanılmaktadır.... more
Jeopolitik riskler geçmişte olduğu gibi günümüzde de ciddi bir endişe kaynağıdır. Literatürde durağanlık sınamaları genelde histeri, sürdürülebilirlik, satın alma gücü paritesi, yakınsama hipotezi gibi vb. sınamalarında kullanılmaktadır. Bu çalışmada ise jeopolitik risk endeksinin durağan olup olmadığı araştırılmaktadır. Uluslararası ilişkilerin normal ve barışçıl işleyişini bozan olayların yarattığı belirsizliğin sürdürülebilir olup olmadığı hakkında bir çıkarımda bulunulacaktır. Bu amaçla 1985-2019 yılları arasında jeopolitik olarak risk grubunda olduğu düşünülen ve veri mevcudiyeti dikkate alınarak 13 ülkeden oluşan bir ülke grubu (Türkiye,
As a consequence of the research, the geographical distribution of ISIS attacks such as assassination, kidnapping, bomb attacks, suicide bomb attacks, armed attacks, house destruction, and so on has been shown throughout the world, with... more
As a consequence of the research, the geographical distribution of ISIS attacks such as assassination, kidnapping, bomb attacks, suicide bomb attacks, armed attacks, house destruction, and so on has been shown throughout the world, with all these attacks concentrated in Iraq and Syria's districts.
1970'li yılların başından itibaren Türk siyasal hayatında parti düzeyinde temsil edilen Milli Görüş hareketi, devletin kurucu ideolojisinin laik Cumhuriyeti koruma refleksiyle belirli aralıklarla kırmızı kart gösterip siyaset sahasının... more
1970'li yılların başından itibaren Türk siyasal hayatında parti düzeyinde temsil edilen Milli Görüş hareketi, devletin kurucu ideolojisinin laik Cumhuriyeti koruma refleksiyle belirli aralıklarla kırmızı kart gösterip siyaset sahasının dışına çıkarttığı bir siyasal hareketi tanımlar. Saadet Partisi de bu hareketin 21. yüzyıldaki temsilcisi konumuyla Türk siyasal hayatından önemli bir yere sahiptir. Bu çalışma Saadet Partisi'ni konu almakta ve Türkiye'de ilgili literatürdeki boşluğu doldurmayı amaçlamaktadır.
Türkiye, uzun yıllardan beridir çeşitli ideolojilerde ve yapılarda terör örgütleriyle çeşitli yoğunluklarda mücadele etmiş ve etmeye devam eden bir ülkedir. Kürdistan İşçi Partisinin de (PKK- Partîya Karkerên Kurdistanê) bu terör... more
Türkiye, uzun yıllardan beridir çeşitli ideolojilerde ve yapılarda terör örgütleriyle çeşitli yoğunluklarda mücadele etmiş ve etmeye devam eden bir ülkedir. Kürdistan İşçi Partisinin de (PKK- Partîya Karkerên Kurdistanê) bu terör örgütlerinin başında geldiği bilinmektedir. Ayrıca ülkeye maddi ve manevi anlamda verdiği zararlar çok büyük boyutlara ulaşmıştır. Bir terör örgütü olarak PKK, eylemlerinde silahlı yöntemlerin yanı sıra bu eylemleri ge-niş kitlelere ulaştırma, meşruiyet iddiasını sağlamlaştırma ve ele-man temini amacıyla yoğun biçimde propaganda faaliyetleri de yürütmektedir. Özellikle XXI. yüzyıl bağlamında terör örgütleri-nin propagandayı bir mücadele yöntemi olarak benimseme eğili-minin gün geçtikçe artış göstermesiyle PKK da propaganda uygu-lamalarını sürekli genişletmiş ve çeşitlendirmiştir.
Çalışmanın sonucunda hem Türkiye‟nin
hem de PKK‟nın propaganda dili, söylemi ve uygulamalarının
2000‟li yıllarda değişim gösterdiği, propagandanın giderek iki taraf
için de önem kazandığı savlanmaktadır. Son olarak da çalışmada,
Türkiye‟nin terörle mücadelede benimsediği propaganda yöntemleri
ve uygulamalarıyla PKK‟nın propaganda uygulamaları karşılaştırılmakta,
tespit ve önerilere yer verilmektedir.
Constitutional courts are often criticized for not being impartial or exceeding their jurisdictional authority in matters related to the politics. The general views and evaluations requiring the constitutional courts to be independent and... more
Constitutional courts are often criticized for not being impartial or exceeding their jurisdictional authority in matters related to the politics. The general views and evaluations requiring the constitutional courts to be independent and impartial have also supported the claim that courts' activism in political life poses problems, and those claims can be read as one of the grounds on which the criticisms are placed. Thus, the areas of discussion and criticism focusing on the position of the constitutional courts in political system also generate the ground that the legitimacy of relationship between politics and constitutional jurisdiction is measured and the efforts to determine the jurisdictional authoity take place. Hence, the study which primarily focuses on the relationship between constitutional jurisdiction and politics in Turkey, aims to specify the areas of discussion and criticism by analyzing the outputs of the Turkish Constitutional Court. It also deals with discussions specific to Turkey in the relevant literature by addressing the theoretical explanations about the emergence and development of the constitutional courts. The main argument of this study claims that the Court has operated as an institution restraining its "other" from political sphere from its foundation years to the end of the twientieth century, although constitutional jurisdiction theory requires limiting the political power in favor of citizens on the basis of rule of law. Those outputs of the Court related with politics are explained by using of its founding logic, structural characteristics and political outputs. After all, this study advocates that official ideology as its founder and safety concerns of Turkish bureaucratic elite have mainly shaped the structure of the Court and its impacts on political life. In addition, the Court have taken protecting regime's security on as a duty quite a while. Structured Abstract: Besides its other aspects, the judiciary system of the states consists several rules that limit political authority in favor of citizens in democratic regimes. The constitutional jurisdiction, as a part of the judiciary organ of the state, has also significant roles considering the legitimacy of the state and the political authority where main priciples of the state of law are adopted. To protect fundamental rights and liberties, to provide fair political power competition and to limit political power authority excess can be given as other functions of the constitutional courts in democratic regimes. However, constitutional courts are often criticized on the grounds that they do not behave in the ways that democracy required. The content of critics generally consist of issues such as the interpretation of constitutions in a way that does not comlpy with the
Anarşist felsefenin temelinde bireye karşı savunulan her türlü dışsal otoritenin radikal biçimde karşıtlığına dayanan fikirler yatmaktadır. Bu fikirler, XIX ve XX. yüzyılda William Godwin, Pierre-Joseph Proudhon, Mihail Bakunin, Pyotr... more
Anarşist felsefenin temelinde bireye karşı savunulan her türlü dışsal
otoritenin radikal biçimde karşıtlığına dayanan fikirler yatmaktadır. Bu
fikirler, XIX ve XX. yüzyılda William Godwin, Pierre-Joseph Proudhon,
Mihail Bakunin, Pyotr Kropotkin, Max Stirner, Lev Tolstoy, Joseph
Dejacque, Emma Goldman, Alexander Berkman, Errico Maletesta, Murray
Bookchin ve Rudolf Rocker gibi kuramcıların fikirleri üzerinden
şekillenmiştir. Örneğin Godwin’in (2001) Siyasal Adalet Üzerine İncelemesi
(An Enquiry Concerning Political Justice) bu bağlamda bireyin rasyonelliğini
modern dönemin tüm değerlerinin önüne geçirdiğinde aynı zamanda
anarşizmin de temellerini atmıştır. Öte yandan anarşizm ve komünizm
ideallerinin birleştiği Bakunin’in (2006) fikirleri de modern dönemin
devletinin tümüyle ortadan kaldırılmasını savunmasıyla anarşizmin
gelişimine katkı sağlamıştır. Rus anarşist kuramcı Kropotkin (2015) Ekmeğin
Fethi (the Conquest of Bread) adlı çalışmasında kapitalizmin rekabete dayalı
yönünün eleştirisini yaparak aslında bireylerin bir arada hareket edebileceğini
ve toplumsal dayanışmanın egemen olduğu devletsiz ideal toplum düzeninin
mümkünolduğunu savunmuştur. Kropotkin’in (2013) Türkçe’ye Anarşist
Ahlak olarak çevrilen “La Morale Anarchiste” adlı yapıtındaki ahlak ve etik
üzerine düşünceleri de dönemin mevcut ahlak öğretilerinin ve değer
yargılarının tümüyle reddiyesini odaklanarak mevcut düzenin kapsamlı bir
eleştirini sunmuştur. Modern dönem siyaset felsefesinin kökten eleştirisini
bireye tanıdığı sınırsız egemenlik ve özgürlükler üzerinden kurgulayan Stirner
(2013) da bireyin egemenliği karşısında diğer tüm otorite biçimlerini
reddederken anarşizmin ideolojik formülasyonunun değişmesinde önemli rol
oynamıştır. Bu otorite biçimlerinden devlet ve hükümetlerde anarşist felsefede
merkezileşmiş hiyerarşi biçimlerini temsil etmeleriyle hem kötü hem de
gereksiz kurumlar olarak tanımlanmışlardır.
Seçmen tercihleri oldukça geniş bir yelpazede değerlendirilmesi gereken bir konudur. Bu nedenle çalışmanın kapsamı ekonomik gelişmelerden biri olan ekonomik krizler ile seçmen tercihleri arasındaki ilişkinin irdelenmesi olarak... more
Seçmen tercihleri oldukça geniş bir yelpazede değerlendirilmesi gereken
bir konudur. Bu nedenle çalışmanın kapsamı ekonomik gelişmelerden
biri olan ekonomik krizler ile seçmen tercihleri arasındaki ilişkinin irdelenmesi
olarak belirlenmiştir. Buradan hareketle çalışmada, Türkiye’de 1982,
1994 ve 2001 yıllarında patlak veren ekonomik krizlerin hemen sonrasında
yapılan 1983, 1995 ve 2002 genel seçimlerindeki seçmen tercihleri karşılaştırmalı
olarak ve neden-sonuç ilişkisi bağlamında ele alınmaktadır. Öte
yandan bir ülkedeki seçmen tercihlerinin analizi, ülkenin sosyo-ekonomik
ve siyasal göstergelerine dair önemli çıkarsamalara da katkı sağlamaktadır.
Çalışmanın iddiası, Türk seçmeninin bu seçimlerdeki tercihlerinin ağırlıklı
olarak ekonomik gelişmelere bağlı tepkileri içerdiğidir. Bu iddia, ortaya
çıkan ilgili ekonomik krizlerin sosyolojik ve siyasal yansımalarını dikkate
alarak seçmen tercihleri üzerindeki etkilerini ilişkilendirmekle desteklenmektedir.
Çalışmanın sonucunda ilgili seçimler ertesinde Türk siyasal
hayatında yaşanan iktidar değişimlerinin belirgin olarak, diğer etkenlerin
yanı sıra, siyasal iktidarların cari ekonomik performanslarının ve Türkiye
ekonomisinin şartlarının seçmen tercihlerini etkilemesi nedeniyle gerçekleştiği
savlanmaktadır.
Siyaset ile ekonomi ilişkisi birbirini etkileyen, oldukça karmaşık ve karşılıklı süreçleri içerir. Zira siyasetin değişkenlerinin ekonomik değişkenleri etkilediği ya da ekonomik performansın siyasetin belirleyicilerinden olduğu da... more
Siyaset ile ekonomi ilişkisi birbirini etkileyen, oldukça karmaşık ve karşılıklı süreçleri içerir. Zira siyasetin değişkenlerinin ekonomik değişkenleri etkilediği ya da ekonomik performansın siyasetin belirleyicilerinden olduğu da tartışma götürmezdir. Ayrıca bu iki kurumun sahip olduğu nitelikler de ilişkinin profilini belirler. Bu argümandan hareketle Türkiye'de siyaset ve ekonomi arasındaki ilişkiye odaklanan çalışma, devletçi ekonomi anlayışı ve uygulamalarının siyaset-ekonomi ilişkisindeki etkilerini ve rollerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu doğrultuda, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren 1980 yılında ekonomideki paradigma değişimine kadar olan süreçte devletçi ekonomi anlayışının ortaya çıkışı, gelişimi ve dönüşümünü belirli dönemler özelinde ele alarak siyasal yaşamın gelişmeleriyle birlikte tartışmaktadır. Türkiye'de siyaset ve ekonomi arasındaki ilişkinin süreklilik arz eden ve istikrarlı bir profil çizmediği, dönemin konjonktürüne bağlı siyasal alanın aktörleri tarafından şekillendiği iddiasından hareketle çalışma, siyasal alanın amaç-araç bağlamında ekonomiyi şekillendirdiğini, bununla birlikte ekonominin de iktidar paylaşımı süreçlerinde siyasal alanı kısıtladığı ya da özgürleştirdiğini ortaya koymaktadır. Sonuçta, devletçi ekonomi anlayışının siyasal iktidarların amaçları ve konjonktürün gereklerine göre benimsenip benimsenmediği ve uygulanmasıyla iktidar paylaşımı süreçlerinde çoğulculuğu zedelediği ifade edilmektedir. ABSTRACT Politics-economy relations involve highly complex and reciprocal processes that affect each other. Since it is unquestionable that the variables of politics affect economic variables, as well as economic performance, is one of the determinants of politics. In addition, the qualities of these two institutions determine the profile of the relationship. Based on this argument, the study which focuses on the relationship between politics and economics in Turkey, aims to reveal the effects and roles of statist economy understanding and practices in the relationship between politics and economics. Therefore, from the foundation of the Republic to the radical paradigm change in the economy in 1980, the emergence, development, and transformation of the statist understanding of economy are discussed in specific periods, together with the occurrences of political life. Considering the fact that the relationship between politics and economics do not draw a continuity or consistent profile and is shaped by the political actors according to the socioeconomic conjuncture of Turkey, this study aims to present that the political area shapes the economy within the context of aim-means, however, the economy also limits or frees the politics in the processes of power-sharing. After all, it is stated that the statist economy is adopted according to whether the goals of political power and the requirements of the conjuncture are available and that its implementation undermines pluralism in power-sharing processes.
Özet Laiklik, Türkiye ve Fransa'da siyasal, hukuki ve toplumsal düzende kayda değer değişimlere neden olmuştur. Bununla birlikte, Mısır'da bu etkiyi göstermemiştir. Bu gerçekten hareketle çalışma, Türkiye, Fransa ve Mısır'ın laiklik... more
Özet Laiklik, Türkiye ve Fransa'da siyasal, hukuki ve toplumsal düzende kayda değer değişimlere neden olmuştur. Bununla birlikte, Mısır'da bu etkiyi göstermemiştir. Bu gerçekten hareketle çalışma, Türkiye, Fransa ve Mısır'ın laiklik anlayışını ve pratiğini ülkelerin siyasal geçmişlerini dikkate alarak incelemektedir. Laiklikle kurulan ilişkide ülkelerin siyasal geçmişi, kültürü ve deneyimlerinin etkisiyle ortaya çıkan farklılıklar ve benzerliklerin ortaya konulması, çalışmanın temel amacını oluşturmaktadır. Bu amaçla çalışma Türkiye, Fransa ve Mısır'da dinin siyasal sistem içindeki konumunu ve din özgürlüğü meselelerini, ülkelerin anayasalarına atıfla mukayese etmektedir. Ayrıca çalışmanın, Mısır'ın laiklik anlayışının ortaya konulması noktasında ilgili literatüre ciddi katkıda bulunacağı düşünülmektedir. Çalışma, Türkiye ve Fransa'da devlet kontrolü altında din anlayışının din-devlet ilişkilerini belirli noktalarda şekillendirdiğini, Mısır'da ise dinin, siyasal sistem üzerinde belirleyici değişkeni olduğunu göstermektedir. Laikliğin din ve devletin birbirinden ayrılması unsurunun üç ülkede de tam olarak gerçekleştirilmediği ve dini özgürlüklerin tümüyle garanti altına alınmadığı görülmektedir. Son olarak çalışma, Mısır'ın farklılaşan laiklik anlayışı, Batılı değerlerle kurulan ilişkinin sınırlılığıyla savlamaktadır. Abstract Laicism has led to significant changes over political, legal and social order in Turkey and France. However, it did not show that kind of effect in Egypt. The study considering this fact investigates that understanding and implementation of laicism in Turkey, France and Egypt bearing in mind that their political past. This study has a purpose to discuss the similarities and differences occurred under the influence of countries' own political history, culture and experiences in relationship with laicism. Thus, study makes a comparative analysis of the matters of position of religion political regime and freedom of religion by use of the countries' constitution. Hereby, Study also could contribute relevant literature by revealing Egypt's meaning of laicism. As a result, this study finds that the mentality meant religion under the control of state in Turkey and France forms religion-state relations in particular points. On the other hand, religion is determining variable over the political system in Egypt. In addition to that, this study shows that the principle of separation the state from religion of laicism and religious freedoms does not guaranteed in all three countries. Finally, this study advocates that Egypt's limited relations with Western values made Egypt's laicism difference.
Hükümet sistemi tartışmaları, Türk siyasal gündeminin uzun dönemdir vazgeçilmez konularındandır. Akademik çevreler, siyasiler, bürokrasi ve toplumun yanında, demokratik yaşamın tabii unsurları olan siyasi partiler de bu tartışmaların... more
Hükümet sistemi tartışmaları, Türk siyasal gündeminin uzun dönemdir vazgeçilmez konularındandır. Akademik çevreler, siyasiler, bürokrasi ve toplumun yanında, demokratik yaşamın tabii unsurları olan siyasi partiler de bu tartışmaların öznesini oluşturmaktadır. Hükümet sistemi tartışmalarının günümüzdeki içeriğini belirleyen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş, Türkiye’deki siyasi partilerin propagandalarında önemli yer tutmaktadır. Bu açıdan düşünüldüğünde, siyasi partilerin Türkiye’de parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş süreci ve sonrasındaki tepkileri/görüşleri/yaklaşımları, hem yeni hükümet sisteminin değerlendirilmesi hem de uygulanabilirliği konularında oldukça önemli belirtiler içermektedir. Bu düşünceden hareketle çalışmada, hükümet sistemi değişikliğine geliştirdikleri eleştiriler bağlamında Türkiye’deki muhalefet partilerine odaklanılmıştır. Fakat çalışmanın sınırlandırılması sebebiyle, Türk siyasal yaşamının tüm aktif muhalefet partileri kapsama dâhil edilmemiş, parlamentoda temsilcisi bulunan partilerin yaklaşımları incelenmiştir. Bu minvalde, Cumhuriyet Halk Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, İYİ Parti, Saadet Partisi, Halkların Demokratik Partisi (HDP), Türkiye İşçi Partisi (TİP), Demokrat Parti, Büyük Birlik Partisi (BBP) yaklaşımları incelenen partiler olarak belirlenmiştir. Bu bağlamda partilerin 2018’de yürürlüğe giren partili cumhurbaşkanlığı sistemi olarak da adlandırılan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne yönelik eleştirileri de çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. Çalışmadaki temel amaç, muhalefet partilerinin sistem eleştirilerinin yada sistemi destekleyen söylemlerinin odak noktalarının karşılaştırmalı analizle ortaya konulmasıdır. Bu amaçla çalışma, seçilen muhalefet partilerinin söylemlerini, Türkiye’de hükümet sistemi tartışmalarının siyasal gündem haline geldiği 2010 yılından itibaren incelemektedir. Çalışmanın sonucunda ifade edilebilir ki; CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi, HDP, TİP ve Demokrat Parti yürürlüğe giren hükümet sistemini belirli açılardan eleştirirken, MHP ve BBP yeni sistemi belirgin şekilde desteklemiştir. Partilerin eleştirileri, çoğunlukla taraflı cumhurbaşkanı, kuvvetler ayrılığının ihlali ve yeni sistemin Türkiye’ye uyum sorunu üzerinde yoğunlaşırken, karar alma süreçlerindeki tıkanıklıkların giderilmesi ve istikrarlı yönetim, yeni sistemi destekleyen partilerin temel gerekçelerini oluşturmuştur. Muhalefet partilerinin eleştirilerinin temel söylemler üzerinde benzerlik taşıdığı da ayrıca belirtilmelidir.
we tried to explain that what are the differences between Iranian Democracy and Turkey Democracy .
Research Interests:
Research Interests:
This document is about what did Erdogan for Turkish Democracy ?
Research Interests:
Yarım yüzyılı aşan tarihiyle Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkileri, Türkiye’nin hem iç hem de dış politikasının odağındaki bir meseledir. Bu anlamda, 1959’da Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) ortaklık başvurusuyla başlayan AB’yle... more
Yarım yüzyılı aşan tarihiyle Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkileri, Türkiye’nin hem iç hem de dış politikasının odağındaki bir meseledir. Bu anlamda, 1959’da Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) ortaklık başvurusuyla başlayan AB’yle ilişkiler, Türk dış politikasında yarattığı değişim ve dönüşümlerin yanında, kamu idaresi ve kuruluşları bağlamında da önemli değişimlerin gerçekleşmesine neden olmuştur. Mevcut kamu kuruluşlarının yapısı ve işleyişine getirdiği yeniliklere ek olarak bu süreç, yeni kurumların kurulmasının da temel sebebini teşkil etmiştir. Ortaklık Konseyi, Ortaklık Komitesi, Karma Parlamento Komisyonu, Türkiye-AB Karma İstişare Komitesi, Gümrük İşbirliği Komitesi ve Gümrük Birliği Komitesi, AB’yle ilişkilerin başladığından bu yana kurulan temel kurum ve organlardır. Son olarak da Avrupa Birliği Bakanlığı (AB Bakanlığı), Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinde yürütülen ya da yürütülecek çalışmaların koordine edilmesi, denetlenmesi ve üyelik sonrasında bütünleşme sürecinin tamamlanması gibi amaçlarla 2011 yılında kurulmuştur. Ancak 2018 yılındaki parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine (CHS) geçiş, AB Bakanlığını yapısal ve işlevsel anlamda değiştirmiştir. Rejim değişikliği sonrasında AB Bakanlığı kapatılmış, Avrupa Birliği Başkanlığı (AB Başkanlığı), Dış İşleri Bakanlığına bağlı bir kurum olarak kurulmuştur. Gerçekleştirilen kurumsal değişimin ve yeni kurumun Türkiye-AB ilişkileri üzerindeki olası etkilerinin irdelenmesi, çalışmanın temel çıkış noktasını oluşturmaktadır. Bu düşünceden hareketle çalışma, AB Başkanlığını AB Bakanlığı ile mukayeseli olarak incelemekle beraber, iki kurum arasındaki yapısal ve işlevsel benzerlikleri ve farklılıkları ortaya koymayı hedeflemektedir. Çalışmanın diğer gayesi, kurumsal değişikliğin Türkiye-AB ilişkileri üzerine yansımalarını irdelemektir. Temel iddia, rejim değişikliğinin getirdiği AB Başkanlığının, hem Türkiye-AB ilişkilerinin günümüzde geldiği noktanın sonucu hem de ilişkilerin gelecekteki seyrinin temel belirleyicisi olduğudur.Yarım yüzyılı aşan tarihiyle Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkileri, Türkiye’nin hem iç hem de dış politikasının odağındaki bir meseledir. Bu anlamda, 1959’da Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) ortaklık başvurusuyla başlayan AB’yle ilişkiler, Türk dış politikasında yarattığı değişim ve dönüşümlerin yanında, kamu idaresi ve kuruluşları bağlamında da önemli değişimlerin gerçekleşmesine neden olmuştur. Mevcut kamu kuruluşlarının yapısı ve işleyişine getirdiği yeniliklere ek olarak bu süreç, yeni kurumların kurulmasının da temel sebebini teşkil etmiştir. Ortaklık Konseyi, Ortaklık Komitesi, Karma Parlamento Komisyonu, Türkiye-AB Karma İstişare Komitesi, Gümrük İşbirliği Komitesi ve Gümrük Birliği Komitesi, AB’yle ilişkilerin başladığından bu yana kurulan temel kurum ve organlardır. Son olarak da Avrupa Birliği Bakanlığı (AB Bakanlığı), Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinde yürütülen ya da yürütülecek çalışmaların koordine edilmesi, denetlenmesi ve üyelik sonrasında bütünleşme sürecinin tamamlanması gibi amaçlarla 2011 yılında kurulmuştur. Ancak 2018 yılındaki parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine (CHS) geçiş, AB Bakanlığını yapısal ve işlevsel anlamda değiştirmiştir. Rejim değişikliği sonrasında AB Bakanlığı kapatılmış, Avrupa Birliği Başkanlığı (AB Başkanlığı), Dış İşleri Bakanlığına bağlı bir kurum olarak kurulmuştur. Gerçekleştirilen kurumsal değişimin ve yeni kurumun Türkiye-AB ilişkileri üzerindeki olası etkilerinin irdelenmesi, çalışmanın temel çıkış noktasını oluşturmaktadır. Bu düşünceden hareketle çalışma, AB Başkanlığını AB Bakanlığı ile mukayeseli olarak incelemekle beraber, iki kurum arasındaki yapısal ve işlevsel benzerlikleri ve farklılıkları ortaya koymayı hedeflemektedir. Çalışmanın diğer gayesi, kurumsal değişikliğin Türkiye-AB ilişkileri üzerine yansımalarını irdelemektir. Temel iddia, rejim değişikliğinin getirdiği AB Başkanlığının, hem Türkiye-AB ilişkilerinin günümüzde geldiği noktanın sonucu hem de ilişkilerin gelecekteki seyrinin temel belirleyicisi olduğudur.
Osmanlı-Türk siyasal hayatında ordu her zaman kritik rol oynayan bir aktördür (Demirel, 2003: 254). Türk siyasal hayatında askeri müdahaleler gelenekselleşmiş aktör davranışı kabul edilmiştir. Ordu, rejimin kurucusu, koruyucusu ve... more
Osmanlı-Türk siyasal hayatında ordu her zaman kritik rol oynayan bir
aktördür (Demirel, 2003: 254). Türk siyasal hayatında askeri müdahaleler gelenekselleşmiş aktör davranışı kabul edilmiştir. Ordu, rejimin kurucusu, koruyucusu ve kollayıcısı rolünü üstlenmiştir. Sivil siyasetten memnuniyetsizliğinin tezahürü olarak Cumhuriyet’in ilanı sonrasında birden çok kez anti-demokratik tepki vermiş ve siyasete müdahale etmiştir. Özellikle çok partili hayata geçiş sonrasında siyasal sistemin asli belirleyici aktör rolü daha fazla belirginleşen ordunun siyasete müdahalesi 1961 anayasası ile yasal ve yapısal bir zemine oturmuştur. Siyasete müdahalesi yasal ve yapısal bir zemine oturan ordu, doğrudan veya dolaylı yollardan siyaseti şekillendirme veya siyasete yön verme çabası içerisinde olmuştur.
27 Mayıs 1960 darbesi ile başlayan siyasete doğrudan müdahale süreci
12 Mart 1970, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997, 27 Nisan 2007 ile devam etmiş ve 15 Temmuz 2016 darbe girişimiyle sona ermiştir. Ordunun kendi kendine biçtiği bu “tarihsel” rolün devamlılığı sivil siyaseti uzun bir süre sindirdiği gibi toplumun bu müdahaleleri “alışılagelmiş” bir durum olarak kabullenmesine sebebiyet vermiştir. Bu bakımdan Türk siyasal hayatında yaşananları anlayabilmek ve açıklayabilmek için askeri müdahaleleri farklı yönleriyle çalışma konusu yapmak gerekmektedir.
Parlamenter hükümet sistemlerinde yürütme organı genel uygulamada yasama organının üyelerinden teşkil edilmektedir. Bu nedenle de yürütme organının yasama organına karşı sorumlu olduğu kabul edilmektedir. Ayrıca yasama ve yürütme erkleri... more
Parlamenter hükümet sistemlerinde yürütme organı genel uygulamada
yasama organının üyelerinden teşkil edilmektedir. Bu nedenle de
yürütme organının yasama organına karşı sorumlu olduğu kabul edilmektedir.
Ayrıca yasama ve yürütme erkleri arasında denge ve işbirliğine
dayanan parlamenter sistemlerde yasama organları, kanun yapma ve
devletin bütçesini belirlemenin haricinde yürütme organını yani hükümeti
denetleme yetkisine de sahiptirler. Bu yetki sayesinde parlamento
ülkenin gündemindeki hususlarda hükümetin iş ve işlemleri hakkında
bilgi sahibi olmakta ve hükümeti denetlemeyebilmektedir. 2018’de Cumhurbaşkanlığı
Hükümet Sistemi’ne geçmeden önce ülkemizde de TBMM,
anayasada bilgi edinme ve denetleme yolları başlığı altında kendisine verilen
yetki doğrultusunda soru, meclis soruşturması, meclis araştırması,
genel görüşme ve gensoru önergeleriyle hükümeti denetlemekteydi. Örnek
vermek gerekirse; TBMM üyeleri 1996 ve 2018 yılları arasında çeşitli
konularda olmak üzere 161611 adet yazılı ve sözlü soru önergesi vermiştir
(TBMM, 1 Mart 2022). Görüldüğü üzere TBMM tarafından pek çok kez
başvurulan bu bilgi edinme ve denetleme yolları, yasama organının ülkenin
gündemine dair hükümetten bilgi almasına ve dolayısıyla hükümeti
denetlemesine aracılık eden önemli bir anayasal yetki olagelmiştir.
Son yüzyılda dünya siyasetini etkileyen önemli gelişmelerden bir tanesi de devlet dışı ve devletlerarası aktörler diye tanımlanan uluslararası örgütlerin ortaya çıkmış olmasıdır. Özellikle XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sayıları... more
Son yüzyılda dünya siyasetini etkileyen önemli gelişmelerden bir tanesi de devlet dışı ve devletlerarası aktörler diye tanımlanan uluslararası örgütlerin ortaya çıkmış olmasıdır. Özellikle XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sayıları hızla artan uluslararası örgütler, içinde yaşadığımız uluslararası sistemin vazgeçilmez unsurlarından biri haline gelmiş bulunmaktadır. Hatta bu kuruluşların varlığı küresel siyasetin istenen şekilde işlemesini sağlamaktadır da denilebilir. Örneğin Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ/WTO) olmadan uluslararası ticaretin nasıl gerçekleşeceği önemli bir küresel soruna dönüşebilir ve küresel ticarette ciddi aksaklıklar meydana gelebilir. Benzer iddialar diğer birçok uluslararası ilişki türü için de ifade edilebilir. Zaten uluslararası örgütlerin ortaya çıkış nedeni de küresel ve bölgesel ölçekte ortaya çıkan sorunlara çözüm üretmektir. Başta güvenlik, kalkınma, adalet, sağlık ve eğitim gibi alanlarda ortaya çıkan bölgesel ve küresel sorunları çözmek için kurulan uluslararası
örgütler zamanla hemen her alanda ortaya çıkan yeni küresel sorunların çözümü için kilit bir rol oynamaya başlamışlardır. Ancak gelinen noktada bu kuruluşların hangi ölçüde küresel ve bölgesel sorunların çözülmesi ve yönetilmesinde etkili oldukları da ciddi bir tartışma konusu haline gelmiştir. Daha da ilerisi uluslararası örgütlerin varlık nedenleri uluslararası sorunları çözmek iken, zaman zaman uluslararası sorunların çözümsüzlüğüne neden oldukları görülmektedir. Örneğin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine havale edilen birçok uluslararası sorun (Filistin, Kıbrıs gibi) yıllarca çözümsüz kalmaktadır. Benzer durum Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT/OSCE) için de (Karabağ Sorunu gibi) söylenebilir.
Türkiye’de sosyal bilimci olmanın ya da sosyal gerçekliğin analizini yapmanın maliyeti her şeyden evvel anlaşılması zor ve karmaşık bir yöntembilim öğrenme sürecine denk gelir. Ki bu süreç tam anlamıyla bir öğrenmeyi getirmemekle... more
Türkiye’de sosyal bilimci olmanın ya da sosyal gerçekliğin analizini yapmanın maliyeti her şeyden evvel anlaşılması zor ve karmaşık bir yöntembilim öğrenme sürecine denk gelir. Ki bu süreç tam anlamıyla bir öğrenmeyi getirmemekle birlikte, hâlihazırda bu da bir idealdir, öğrenmeye çalışma çabalarını diğer ifadeyle “ideal olana” yaklaşma isteğini ihtiva eder. Tabii olarak ideal olamamanın göstergelerinden biri de Türk sosyal bilimcilerin akademik analizlerinde bir takım kronik yöntembilimsel ve kuramsal sorunların söz konusu olmasıdır ve bu tespit çeşitli argümanlarla desteklenebilir. Tanel Demirel’in 2019 yılında Liberte Yayınları’ndan çıkan “Türk Siyasetini Anlamak: Yaklaşımlar Hakkında Bir Deneme” adlı eseri, tam olarak bu argümanların araştırma evreni Türk siyasetini inceleyen sosyal bilim analizleriyle sınırlandırılmış kapsamlı bir literatürünü sunarak, bu analizlerin ithal ettiği Batı menşeili kuramsal ve yöntembilimsel yaklaşımlar üzerinde durmaktadır.
Devletlerin dış politikalarını bölgesel ve küresel çapta cereyan eden ilişkiler ağından bağımsız düşünmek günümüz konjonktürünün gereklilikleri doğrultusunda gittikçe zorlaşan bir hal almıştır. Özellikle güçler dengesi sistemine adapte... more
Devletlerin dış politikalarını bölgesel ve küresel çapta cereyan eden ilişkiler
ağından bağımsız düşünmek günümüz konjonktürünün gereklilikleri
doğrultusunda gittikçe zorlaşan bir hal almıştır. Özellikle güçler dengesi
sistemine adapte olmuş Soğuk Savaş döneminin sona ermesi ve liberal
demokrasinin piyasa ekonomisiyle entegrasyonu üzerine konumlanan yeni
dünya düzeni düşüncesinin oluşması da bu süreci hızlandıran gelişmeler
olarak okunabilmektedir. Bu eser yeni dünya düzeni bağlamında Türk dış
politikasını (TDP) tarihsel perspektifle inceleyen; Soğuk Savaş öncesi ve
sonrası gelişmeleri TDP analizi temelinde örneklerle analiz ederek Türk dış
politikasının yaşadığı değişim ve dönüşümler üzerine tespit ve tahlillerde
bulunan bir niteliktedir