Senem Gungor

2000’lerin ortalarinda, dijitallesme sonucu ortaya cikan yeni pazarlama stratejileri bir cok firma icin internet uzerinden bir gorunurluk yaratmayi saglamistir. Cok sayida firma e-posta araciligiyla iletisim kurarken Amazon gibi firmalarda degerlendirme sitelerinde musterilerin olumsuz yorumlarina yer vermeye baslamistir. Dijitallesmenin getirdigi yenilikler pazarlamaya yeni bir anlayis kazandirmaya baslamis ancak bu yenilikleri cok az insan farketmisti. Facebook 2006 yilinda kapilarini toplumun geneline aciginda sosyal medyanin gucu tuketicileri ve isletmeleri etkisi altina almaya baslamis ve bu durum son suratle gunumuzde de surmeye devam etmektedir. 2013 yilinin yazinda en yuksek trafige sahip uc site - ya dogrudan sosyal ag sitesi niteliginde olan ya da guclu sosyal paylasim ogeleri iceren platformlar olan - Facebook, Google ve YouTube oldu. Site 13 yasindan kucuklerin erisimine kapali olup ve dunyanin en fazla nufusuna sahip ulkesi olan Cin’de erisimi engellenirken, dunyada her...

Yeni iletisim teknolojilerindeki gelismelerin ciktisi olan internet temelli iletisim ortamlari; halkla iliskiler cercevesinde iliski yonetiminin bir unsuru olan iki yonlu simetrik halkla iliskiler modeliyle iliskilendirilen diyalojik iletisim kavramina farkli bir bakis acisi kazandirmistir. Kent ve Taylor’in web sitelerine iliskin belirledikleri prensiplerinden hareketle bu calisma, Turkiye’nin ilk sivil toplum kurulusu olan “Turkiye Yardim Sevenler Dernegi”nin (TYSD) web sitesinin diyalojik olup olmadigini sorgulamaktadir. Arastirmanin neticesinde TYSD’nin web sitesini oncellikle bilgi yayma araci olarak kullandigi sonucuna ulasilmistir. Calismanin diger bulgulari ise incelenen web sitesinde hedef kitlelerin beklenti ve gereksinimlerinin tespit edilmesi, hedef kitlelerle olumlu iliskilerin olusturulmasi ve hedef kitlelerle diyalog icinde bulunulmasina katki saglayacak diyalojik iletisim kapasitesinin dusuk olduguna isaret etmektedir. Calismanin son bolumunde ise bu kapasitenin nasi...

Sosyal Sorumluluk (SS) kavramının Türkiye’deki yakın zamanlı gelişimi ve popülerliği, bu araştırma için makul bir başlangıç noktası teşkil etmektedir. Kurumsal Sosyal Sorumluluğun (KSS) araştırma gündemlerinde üst sıralarda bulunması, teorik ve yönetimsel tartışmalara da yansır görünmekte ve bu, KSS’nin ideolojiden gerçekliğe taşındığını vurgulamaktadır. Günümüzde, Birleşmiş Milletler (BM) üyesi ve Avrupa Birliği (AB) aday ülkesi olan Türkiye, bu gerçekliği Türk iş kuruluşları ve kamu kurumları üzerinden takip etmektedir. KSS’nin kökenleri ulusun tarihindeki filantropik faaliyetlerde bulunabilir olsa da, son on yılda Türk iş kuruluşları arasında daha tanınmış bir hale gelmiştir. 2000’lerden sonra, Türkiye’deki birçok kuruluş tüketicilerin ve diğer paydaşların gözündeki kurumsal imajını medyayı kullanmak suretiyle konumlandıracak pazarlama ve iletişim stratejilerine giderek daha bağlı kalmakta ve sosyal sorumluluk taşıyan inisiyatiflerini bu stratejilerde göstermektedir.  KSS şu anda çağdaş iş faaliyetlerinin önemli bir boyutu olarak görünse de, bir kuruluş içerisinde KSS yönelimi geliştirmenin teorik ve pratik yönleri akademik çalışmalarda ancak yakın zamanda yer bulabilmiştir. Bu noktada, bu araştırma İletişim Fakültelerindeki KSS çalışmalarına odaklanmakta ve bu fakültelerin müfredatlarında bu kavrama nasıl yer verdiğini incelemektedir. Bu araştırma, toplumların yaşam standartlarını yükseltmek, farkındalığını ve anlaşılan toplumsal faaliyetleri artırmak için oluşturdukları modellerin ve projelerin altını çizmektedir. Bu araştırma, Ankara Başkent Üniversitesi, İletişim Fakültesi’ndeki “Sosyal Sorumluluk Kampanyaları” dersine odaklanmaktadır. Anılan ders, gerçek hayattaki projeler yoluyla sosyal sorumluluk (SS) entegrasyonu ve geliştirme hakkındaki kararı göstermektedir. Dersin yaklaşımları KSS’nin evrimi ve çeşitli modelleri, kuruluşun niceliksel verileri ve hissedarları yoluyla kuruluşun kültürüne ve stratejisine entegrasyonunu temin etmektedir. Sonuç olarak, bu araştırma üniversitelerde SS’ye ilişkin sistematik, disiplinler arası bir derse olan ihtiyacı belirtmektedir.

Sosyal bilimler çalışma kapsamında önemli bir yere sahip olan mekân olgusu, iletişim ve bilgi teknolojilerinin hızla gelişmesi sonucunda anlamsal bir değişime uğramış, sanal ve dijital farkındalıklara yol açmıştır. Bu araştırmada, mekân olgusunun tarihsel düzlemde kazandığı farklı anlamlarından hareketle günümüzde sanal dünyanın mekâna ilişkin yarattığı  yeni anlam ve kavrayışlar incelenerek bunun yansımaları postmodern bakış açısıyla ele alınacaktır.  Nitekim mekân olgusu ve bu olgu etrafında oluşturulan anlam örgüsü, dinamik bir alanı işaret etmektedir. 1980’li yıllarda hızlanan postmodernizm araştırmalarının en önemli konu başlıklarından birisi olan mekân, toplumsal pratiklerin şekillendirdiği bir oluşuma girmiştir. Bu oluşum içinde de toplumsal olarak kimliğin inşasını sağlayan bir kavram olan sanal mekân ortaya çıkmıştır. Bu noktada altı çizilmesi gereken en önemli husus ise gündelik yaşantımızın her alanında karşılaştığımız yeni medya ortamlarının sanal mekânlar yarattığıdır. İnternet aracılığıyla sosyal medya, bloglar, sosyal ağlar gibi sanal mekânlar hem sosyal ilişki biçimlerini hem de anlayışları değiştirmekte, bu bağlamda da yeni medya yoluyla toplumu bir ağ toplumuna dönüştürmekte ve bu ağlar ile önemli toplumsal mekânlar oluşmaktadır. Sonuçta ortaya çıkan toplumsallaşma türü, sanal ortamda oluşmuş mekânlar üzerinden yeni bir toplum yapısı inşa etmektedir.  Bu sentetik dünya içinde yer alan sanal mekân anlayışı bu araştırmanın merkezinde olup, dijital dünyada oluşan yeni mekânların nasıl belirsizleştiği postmodern düşünce içinde incelenmiştir. Dijital dünyanın kendisi bir sanal mekân sunarken ayrıca kullanıcılar da fiziksel mekânlara ait genel özelliklerin taklitlerini ya da sanal gerçeklik içinde yarattığı temsilleri paylaşır. Postmodern düşünürlerin “hyper mekân” olarak tasvirlediği sanal mekân değişken, sınır tanımaz ve belirgin olmayan bir duruş sergiler. Metinlerarasılık ve çoğulculuk sanal mekân kullanıcıların kullandığı tekniklerden olup, farklı zaman dilimlerini ve mekânları tek bir mekânın içinde verir.

Sosyal sorumluluk (SS) kavramının Türkiye’deki yakın zamanlı gelişimi ve popülerliği, bu araştırma için bir başlangıç noktası teşkil etmektedir. 2000’lerden sonra, Türkiye’deki birçok kuruluş tüketicilerin ve diğer paydaşların gözündeki kurumsal imajını medyayı kullanmak suretiyle konumlandıracak pazarlama ve iletişim stratejilerine giderek daha bağlı kalmakta ve sosyal sorumluluk taşıyan insiyatiflerini bu stratejilerde göstermektedir.  Kurumsal sosyal sorumluluk, şu anda çağdaş iş faaliyetlerinin önemli bir boyutu olarak görünse de, bir kuruluş içerisinde KSS yönelimi geliştirmenin teorik ve pratik yönleri akademik çalışmalarda ancak yakın zamanda yer bulabilmiştir. 1998 Bologna Sürecinden sonra birçok üniversite sosyal sorumluluğu kurum kültürlerinin bir parçası halline getirirken, bu alanda araştırma ve uygulama sayılarını da çoğaltmışlardır.  Bu araştırma Türkiye’de yer alan on üniversitelerin web sitelerinde içerik olarak kurumsal sosyal sorumluluk kavramının incelenmesidir. Üniversiteler, Yüksek Öğrenin Kurulu’nun (YÖK) uyguladığı Atlas Programı kullanılarak taban başarı sıralamasına göre farklı puan türlerinde ilk ona giren üniversite olarak belirlenmiştir. Listede hem devlet hem de vakıf üniversiteleri yer almıştır. Araştırmanın amacı üniversitelerin sosyal sorumluluk kavramını kendi web sitelerinde nasıl kullandıklarını tespit etmektir. Araştırmada web sitelerinin incelenmesinin sebebi de günümüz dijital dünyanın kartvizitleri olan bu siteler kurumun kimliği ve mesajını hedef kitlelerine iletmesidir. Araştırma sonucunda birçok üniversitenin sosyal sorumluluk çalışmalarını web sitelerinde gösterdikleri ortaya çıkarken aynı zamanda da daha etkin kullanımın gerekliliği ortaya çıkmıştır.  Anahtar

Akıllı telefonların, tabletlerin ve mobil uygulamaların yükselişi, özellikle yoğun çalışan sağlık profesyonellerine öğrenme ve iş birliği fırsatları sunmaktadır. Kamuya da birebir destek ve sağlık eğitimi sağlayan sosyal medya uygulamaları, sağlık ve sağlık hizmetleri alanında önemli bir gelişim süreci içindedir. Akıllı telefonların etkili kullanımı, doktorların ve hastaların 21. yüzyılda iletişim biçimlerinin bir parçasıdır. Klinik ve klinik dışı bilgi alışverişini kolaylaştıran ve mobil öğrenmeyi de destekleyebilen Instagram, tıp alanında sosyal ve mobil öğrenme biçimlerini kullanmaya teşvik etmektedir. Bu araştırmada, günümüzde 600 milyondan fazla kullanıcı tabanına sahip Instagram’a odaklanılarak, sağlık sektöründe Ankara’da yer alan en az 15.000 takipçi sayısına sahip üç özel hastanenin bu hizmeti nasıl kullandığı araştırılmıştır. Çalışma için belirlenen üç hastanenin söz konusu sosyal platformda Ocak-Eylül 2018 döneminde kendi kullanıcı kimlikleri ile bilgi paylaşımlarını nasıl

Starting point of this study is Žižek’s question “how real is reality?”. Today, media puts the real into
parenthesis and reinterprets it. In this context, social media, as the new leg of media, creates this reality
through photographic and picture depictions. This study focuses on Instagram that is one of the most
popular channels of social media. While interpreting media as an ideological apparatus, Althusser states
that the real consists under the shade of images and myths. In the light of this definition of Althusser’s,
this study will analyze the “Instagram mothers”. Instagram motherhood starts with the photographs of
the mothers photographing the most perfect poses of their children. The more perfect these
photographs, the more their followers and the more likes they receive. Photographs and short videos
they post on their pages create the definition of “perfect motherhood”. In their page, they picture the
profile of a “Stepford woman” with their never ending energy, their neat and well-decorated houses and
“gala dresses” they get their children worn. Using their children’s names and giving the locations of
where they had been to on their pages, they carry reality to a more believable dimension. In this study,
photographs on three “Instagram mothers” from Turkey, whose followers reach thousands, have been
analyzed with content analysis. As a result of this analysis, the concept of “motherhood” as created in
the photographs of the Instagram mothers are presented as the response to the question “how real is
reality?”.

While thousands of people directly experienced the terrorist attacks of September 11, 2001, millions of people were witnessed the attacks and their aftermath via the media, transforming the attacks into what researchers call a collective trauma. Then there is a different terrorism construction in the media after 9/11. Zizek's "looking awry" is the starting point of this research. Today, the media puts "the reality" in speech balloon and construe it with its own lenses. In this context, it is important to go beyond familiar discourse on the representations in the media. This research focuses on one of the most popular media tool's representation of the reality: Television. As Alhutsser argues that TV is an Ideological State Apparatuse which portrays the reality by images and myths. In this circle, this research examines the nuanced storytelling of the cable channel HBO's popular TV show; The Night Of (2016). Religious hatred has a major role in the show which reflects the show's post traumatic 9/11 main theme and the premise of the aftermath of the 9/11. Nine episodes long show portrays the individual thoughts and actions of the 9/11. In order to create the reality, the show casts a Muslim in the lead role and uses the "real" crimes at NYC which are happened after the 9/11: as the creator of the show addresses "cabbies are the victims of hate crimes." At the end, based on the image and context analysis of the show, it will become apparent that cinematic TV space becomes a political metaphor for the western cultural defense and uncomfortable social truths.

During the 2000’s the political cartoons genre has gained significant research interest across disciplines; such as, communication, media studies and health sciences because of their roles to study social phenomena. This research aims at illustrating how political cartoons are used as a vehicle of setting social agenda in Charlie Hebdo to reorient, mirror and shape the public opinion through current socio-political issues of Syrian refugees. Charlie Hebdo became acknowledged globally after the tragic events of 7 January 2015 in Paris. This article argues that a set of tensions have come to the fore through Charlie's two shocking global exposures of Syrian refugee drowned toddler Alan Kurdi. Specifically, content analysis was used to identify the themes contained in the cartoons depictions. Qualitative method was used to analyze the cartoons through semiotic analysis. The analysis is mainly concerned with the interpretation of the sign system based on the connotation and denotation elements in the cartoons. The results indicated that the themes on the cartoons focused on substantive issues through which social agenda is set to reflect social practices in the European social political contexts. Moreover, the analysis showed that those two political cartoons set social agenda by mainly encapsulating current and sensitive issues on the anti-refugee sentiment of Europe.

The concept of social responsibility's (SR) recent growth and popularity is a reasonable beginning point of this research. The high ranking of corporate social responsibility (CSR) on research agendas appears to be reflected in theoretical and managerial discussions highlights that CSR has moved from ideology to reality. Today, many organizations in Turkey increasingly adhere and demonstrate their CSR activities to position their corporate image in the eyes of consumers and other stakeholders through using media. Many consider that it is necessary for organizations to define their roles in society, they have to apply social and ethical standards to their businesses. Although CSR now appears as an important dimension of contemporary business activities, the theoretic and practical aspects of developing a CSR orientation within an organization have emerged only recently in the academic studies. At this point, this research analyzes the beginning point of the awareness of SR in the society: Education. Creating these awareness, universities has an important role in the development of social, cultural and economic responsibilities. The models and suggestions that they create help to raise the living standards, public awareness and compromised community activities at the societies. This research focuses " Social Responsibility Campaigns " course at Communication Faculty, Baskent University. The course illustrates the resolution about social responsibility (SR) integration and development through real life projects. The approaches of the course ensure the integration of SR into the organization's culture and strategy. At the end, this research states the need for a systematic, interdisciplinary course designs on SR at universities.

Žižek's " how real is reality? " is the starting point of this research. Today, the media puts " the reality " in parentheses and interprets it. In this context, it is important to go beyond familiar discourse on the representations in the media. This research focuses on one of the most popular media tools' representation of the reality: Television. As Alhutsser argues that TV is an Ideological State Apparatuse which portrays the reality by images and myths. In this circle, this research examines the cinematic opening sequence of cable channel Showtime's popular TV show; " Homeland " (2011-). The opening credits for a TV show are like a first impression of what the audience is going to watch. The sequence of photographs, music and short videos are introduced the tone of the show. In " Homeland " serial, the opening sequence is the footage of the show's post traumatic 9/11 main theme and the premise of the aftermath of the 9/11. One in a half minute long sequence portrays the short clips from real life and the key characters of the show. In order to create the reality, the show uses the history and proper names of places and people. At the end, based on the image and context analysis of the opening credits, it will become apparent that cinematic TV space becomes a political metaphor for the western cultural defense.